24 / 04 / 2024

Birbirine yakın AVMler birbirlerini sıkıntıya sokmaz mı

Birbirine yakın AVMler birbirlerini sıkıntıya sokmaz mı

Süreç 1955'te başladı. O zamanlar AVM yoktu ama, tüketiciye tartılmış ve ambalajlanmış standart eşya satışının ilk örneğini MİGROS kamyonları verdi. Kamyonla başlayan satışlar, daha sonra yerleşik mağazalarda da başladı



 İlk gelen MİGROS oldu. Yıl 1955’ti. Şöhreti, daha önceden duyulmuştu. Basında haberler, yazılar yayınlanmıştı. İktidardaki Adnan Menderes hükümeti bunu teşvik ediyordu. Çünkü MİGROS’un anlatılan nitelikleri arasında ‘fiyatları ucuzlatmak’ vardı.

Türkiye’de o vakte kadar, o amaca yönelik önlemleri almaya, belediye-ler veya kamusal kuruluşlar gayret ederdi. ‘Tanzim satışı’ adı altında, düşük fiyatlı satış yerleri açarlardı. Oradaki fiyatlarla, diğer satıcılar da fiyat indirmeye zorlanırdı.
Bu, pek başarılı bir yol değildi. Çünkü ne tanzim satışına sunulabilen mallar talebi karşılamaya yetiyordu, ne de diğer satıcılar, o satışlardaki fiyatlara uymayı kabul ediyorlardı. Çoğu malı satışa sunmayıp bekletiyorlardı. Tanzim satışı yapılan yerlerdeki mallar bitince, kendi mallarını satışa çıkarıyorlardı.
Şimdi işte, fiyat düşürme işini, kamusal kuruluşlar yerine MİGROS yapacaktı. Rekabet şartları içinde, üreticiden malı büyük miktarlarda alıp ucuza satacaktı. ‘Aracı’lar ortadan kalkarken, onların kârları da kalkacak, malların satış fiyatı düşecekti.
Bu, tabii, tüketicilerin de, hükümetin de işine geliyordu.

Duttweiler’in kravatı

MİGROS, bir İsviçre firmasıydı. Türkiye’ye, 1954’te çıkmış olan yabancı sermaye kanunu hükümlerine uygun olarak Türk sermayesiyle ortak bir şirket içinde gelmişti. Ortak şirketin Türkiye’deki öncü sermayedarı, Koç grubuydu.
Açılış töreni 30 Eylül günü İstanbul’da yapıldı. MİGROS’u şirketin kurucusu Senatör Duttweiler temsil ediyordu. İlk konuşmayı o yaptı. Sonra da, MİGROS’un İstanbul’a getirilişinin öncülerinden biri olan İstanbul Valisi konuştu.
İstanbul Valisi, ‘küçük vali’ diye anılan ünlü ruh hastalıkları doktoru Profesör Fahrettin Kerim Gökay’dı. (Ünvanının ‘küçük’ olması, boyunun uzun olmaması yüzündendi. Karikatürcüler onu olduğundan daha da kısa olarak çizerlerdi.)
Gazeteler o töreni günün en önemli haberlerinden biri olarak birinci sayfalarında kullandılar. İzlenimler de yazdılar.
O günün havasını yansıtmak için, o günkü Milliyet’in haberinden bir bölümü buraya alalım:
“Kürsüye geniş alınlı, ak saçlı, güler yüzlü, uzun boylu bir şahıs çıktı. Gri bir kostüm giymişti. Beyaz gömleğine bağladığı kırmızı kravatıyla güzel bir jest yapmış ve Türk bayrağını canlandırmıştı. Bu şahıs, Türk dostu olarak tanınan Migros ucuzluk şirketi mucidi Senatör M. Duttweiler idi. Güzel ve açık bir konuşma yaptı. Fransızca olarak söyledikleri şöyleydi:
-‘Fikir, paradan daha kıymetlidir. İnşallah muvaffak olacağız. Muvaffak olunduğu müddetçe İsviçreliler bu işe yardım edeceklerdir. Satışlarımız toptan ve perakende olacak, asla çürük mal satmayacağız.’
Dutweiller’den sonra kürsüye gelen bir memur, mikrofonu ayarlayarak yarı yarıya aşağı indirdi. Durum anlaşılmıştı. Vali konuşacaktı. (Not: Muhabir de ‘küçük vali’ye takılmadan edememiş.) (...)
Vali Prof. Gökay ezcümle dedi ki:
-‘Halka hizmet edecek, halkın gıdasına haksız olarak göz dikenlere karşı gelecek olan bir eserin açılışında bulunuyoruz. Bir şehirde kâşaneler kurulabilir, yollar açılabilir, fakat vatandaşın midesi ızdırapla kıvranırken, akşam evine istediği kadar gıda götüremezse bu bir huzursuzluk olur.’”
Böylece MİGROS, halkın ‘midesi-
nin ızdırapla kıvranması’nı önleyecek olan bir ‘sihirli değnek’ olarak girdi Türkiye’nin ‘perakende piyasası’na...
Önce seyyar, sonra yerleşik
MİGROS’un İstanbul’daki faaliyeti, önce kamyonlarla başladı. 40 kadar ‘satış kamyonu’, belirli bir programa göre şehrin belirli yerlerine gidiyor, tezgâhlarındaki ‘bakkaliye malları’nı (o zaman öyle denirdi) tartılmış ve ambalajlanmış olarak sergiliyordu. Bunu yerleşik mağazaların açılış süreci izledi.
Bu başlangıcın ardından, hükümetin de desteğine rağmen bazı güçlükler çıktı. Dönem bir ‘döviz darlığı’ dönemiydi. İthalata dayalı mal alımı zaman zaman büyük ölçüde aksıyordu. Toptancı tüccarların karşı çıkışının etkisiyle, iç piyasadan da mal sağlanması zorlaşıyordu.
Bu güçlükler zaman içinde aşıldı ve MİGROS’un Koç’ların yönetimindeki gelişmesi, özellikle mağazalarının artması, ürünlerini çeşitlendirmesi ve birkaç ‘M’li üst düzey mağazalarının açılmasıyla hızlandı.
Başlangıçta yiyecek-içecek işine odaklanan MİGROS, üst düzey mağazalarıyla giyim sektörü de dahil birçok sektörü kapsamına alarak faaliyet alanını genişletti.
Şimdi Tansaş ve Makro’yu da içine alan bir yapı içinde ve yabancı sermayeli bir ‘fon’un sahipliği altındadır.

Ulunay’ın MİGROS yazısı: Kabzımallara cevap
MİGROS hakkında yazılan yazılardan da bir örnek verelim. Ülkemizin en ünlü edebiyatçı-romancılarından Refii Cevat Ulunay, o sırada Milliyet yazarlarındandı. Şunları yazıyordu:
“Dünden veya bugünden itibaren fiilen çalışmaya başlamış bulunan Migros Türk Ticaret Anonim Şirketi’nin açılış merasiminde bulunmak üzere Karaköy’den kayığa binerek Yeni Hâl binalarına giderken Unkapanı Köprüsü üzerinde birbirini takip eden aynı yapıda, aynı boyada kamyonlar gördüm. Bunlar Migros teşkilatının seyyar bakkal dükkânları idi. (NOT: Ulunay’ın Karaköy’den Unkapanı’na geçişi, dönemin trafik araçlarının çeşitliliğini de gösteriyor.)
“Migros’un bulunduğu yerde kabzımalın işlemesine imkân yoktur. Bundan dolayı kabzımallar bu teşkilata Migros yerine Mikrop diyorlarmış... Anlaşılıyor ki insana faydalı mikropların mevcudiyetinden pek haberleri yok.
Gönül istiyor ki Migros yalnız bakkaliye ile iktifa etmesin, ayrıca seyyar kasap dükkânları da olmalı.
Bizde öyle bakkal dükkânları vardır ki içine girildiği zaman adamın iştihası kapanır. Üzerine kırık bir cam parçası konmuş domates salçası... (Bu cümle çok uzun. Yazar ‘bazı bakkal dükkânları’ için buna benzer bazı başka şeyler de anlatıyor.)
Bir de Migros’un seyyar dükkânlarına bakın.
Pirinç, şeker, mercimek, fasulye tartılmış, hazırlanmış, tertemiz kesekâğıtlarda satışa müheyyâ... Pirinç ‘Kulaklı’ ise ‘Acaba’ tereddüdüne kesekâğıdını açıp mua-yeneye lüzum yok... Ver parayı, at paketi fileye!(...)
Belediye tanzim satışları, nasıl bazı gaddar esnafın burnunu kırdı ise, Migros’un memleketin iktisadi hayatında halka geniş bir nefes aldıracağına hiç şüphe etmiyorum.”

Galleria ve Zorlu

Bu kadar çok ve birbirine yakın AVM’ler birbirlerini sıkıntıya sokmaz mı Toplam talep artıyorsa mesele yok. Ama o zaman da şu soruyu unutmamak gerekir: O talebi karşılayacak üretimin ne kadarı Türkiye’de yapılıyor..

MİGROS’tan sonraki ikinci aşama 1988’de geldi. O zamanki Başbakan Turgut Özal, 1980’lerde Amerika’daki Houston’u ziyaretlerinden birinde, oradaki Galleria’yı beğenmiş, bunun bir benzerinin İstanbul’da olmasını istemişti. Sonuçta o istek, Türkiye’deki bazı işadamlarının gayretiyle gerçekleşti. Bir şirket kuruldu. Galleria binası, 18 aylık bir hızlı inşaat süresi içinde yapıldı. Başta Fransızların Printemps’ı olmak üzere bazı büyük firmalar kiracı olup binaya yerleştiler. Galleria faaliyete geçti. Binada 125 dükkân vardı. Park yeri 3.500 araba alıyordu. Kiralar yüksekti. Tabii, bazı firmalar için özel kira uygulanıyordu ama, ortalama kiranın 1 metrekare için 400 dolar civarında olduğu hesaplanıyordu.
Bütün bu süreçte gazeteler gelişmeyi yakından izlediler. Açılışı Özal yaptı. O sırada Paris’te bir gezide olan eşine hediye olarak bir elbise satın aldı. ‘Hayırlı olsun’ dedi. O günü izleyen günlerde de Galleria’daki ziyaretçi bolluğuna bakarak, konuş-malarının bir bölümünde sık sık Galleria’daki duruma değindi. Şöyle dedi:
“Vatandaşın sıkıntısından şikâyet edenlere, bir de Galleria’ya gidip bakmalarını tavsiye ederim.”
Bu sözleri sütunlarına alan gazetelerde, bir süre sonra ‘Galleria’da sıkıntı’ya dair haberler yayınlandı. Dükkân kiracıları şikâyetçiydiler. Bazı idari anlaşmazlıkların da eklenmesiyle, bazı sözleşmeler bozuldu. Galleria el değiştirdi. Birkaç yıllık tamirden sonra yeni İtalyan sahiplerinin yönetiminde yeniden yapılandı. Yeni bir atılıma geçti.
Galleria’dan sonraki ilk büyük alışveriş merkezi 1993’te açılan Akmerkez’di. Onu ötekiler takip etti. Şimdi İstanbul’dakilerin sayısı 150 civarında tahmin ediliyor.
Bugünün gerçeği ise ortada...
Bu büyük mağazaların sayısı giderek artıyor ve daha da çok artacağa benziyor.
Bayrampaşa’da bir yıl önce devreye giren Forum İstanbul, bunun son örneklerinden biri... Sadece mağaza çeşitliliği açısından değil, aynı zamanda akvaryum gibi, buz bölümü gibi görmeye değer yerleriyle de, ziyaretçi topluyor. Bu bayramda da en çok müşterisi ve gezeni göreni olan alışveriş yerlerinden biri...
Şimdi hepsinden daha iddialı bir alışveriş merkezi sırada: ‘Zorlu Center’...
Bu, Zincirlikuyu civarında, eskiden Karayolları’na ait alan, ünlü ‘kahverengi’ binanın arazisi üzerinde inşaatı devam etmekte olan bir binalar kompleksi... Rezidansları, iş merkezi, sanat merkezi, oteli ile birlikte büyük bir alışveriş merkezi var. İnşaatı hızla devam ediyor.
İstanbul’un en gözde yerlerinden biri sayılan bu araziyi, üç yıl önceki ihale sonucunda Zorlu Holding Başkanı Ahmet Nazif Zorlu almıştı. 96 bin 500 metrekarelik araziye, 800 milyon dolar peşin olarak ödemeyi kabul etmişti. İhaleyi kazandıktan sonra inşaatı başlatmıştı. Yaklaşık 2.5 milyar dolarlık bir yatırım yapıyordu.
Zorlu’nun son basın toplantısındaki açıklamasına göre, alışveriş merkezinin 200 civarında mağazası olacaktı. Rezidansların büyüklükleri 117 metrekareden başlıyor 733 metrekareye kadar çıkıyordu. Bir metrekaresinin fiyatları da –herhalde Boğaz’a bakma durumlarına göre- 9 bin 500 dolardan 18 bin dolara kadar çıkıyordu.
Tabii, alışveriş merkezindeki dükkân kiraları da ona göreydi.
Aslında bu gibi merkezlerde gerek satış, gerek kira açısından fiyat tespitinde büyük bir esneklik var. Bazı mağazalar var ki, gerek çalışma alanı, gerek şöhretiyle alışveriş merkezinde bulunması, o merkezin tümüne fayda getirebiliyor. İtibar sağlıyor, diğer mağazaların müşterisini artırabiliyor. Onları o merkezde mülk sahibi veya kiracı yapmak için, sahibi her türlü kolaylığı gösteriyor. Daha az tanınmışlar veya ‘yeni başlayanlar’ için konulan fiyatlar ise, dükkânlara olan talebe göre değişebiliyor.

Akla takılan sorular
Radikal’de ‘AVM’ler konusundaki röportaj dizisi başladığından beri benim aklıma takılan asıl sorular şunlar:
Alışveriş merkezlerindeki gelişmeler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada giderek daha fazla hız kazandı. Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra, eski Doğu Bloku ülkelerini de etkisi altına aldı. Rusya gibi ülkelerde ‘AVM’lerin en büyük, en gösterişli olanları ortaya çıkmaya başladı.
Birçok ülkede ekonominin bugünkü gerçeklerinden biri bu.
Ayrıca, dünyadaki son ekonomik kriz sonrasında, tüketimde talebin artması, üretimin artmasının çaresi olarak görülüyor. O sayede işsizlik felaketinin de azalacağı umut ediliyor.
Duruma bu açıdan olumlu bakmak, elbette mümkün.
Ancak, konuya bizim ülkemizdeki koşullar açısından bakarsak, akla gelen ilk soru şu:
k Büyük şehirlerimizdeki AVM’lerin birbirine çok yakın yerlerde kurulması, toplam talebin bölünmesi sonucunda ilgili işletmecileri sıkıntıya sokar mı..
Sokmaz, çünkü toplam talep artıyor deniliyorsa, o açıdan mesele yok. Ama toplam talebin daha da artması da şu soruları gündeme getiriyor:
Artan tüketim talebini karşılayacak üretim artışı nerede ve nasıl olacak
AVM’lerde ve diğer peraken-decilerde satışa sunulan malların büyük bir kısmının ithal malları olduğu ortada. Hatta et dahil bazı yiyecek maddelerinin de başka ülkelerden getirildiği biliniyor.
(Kurbanlık ‘Angus’larla birlikte geçirdiğimiz maceraların televizyonlara yansımaları, bu gerçeği bayram günlerinde de hatırlattı.)
- Peki o zaman tüketim talebinin artmasıyla birlikte bizim ithalat talebimiz artar ve ihracat imkânımız o ölçüde artmazsa ne olacak..
- Hayvancılık dahil, tarım dahil, evvelce bize yeterli olan üretim sektörlerinde de olumlu bir gelişme olmazsa..
- Ekonomimizin başına sık sık iş açan ‘cari açık’ sorunu giderek daha da büyürse...
- Hizmet sektöründeki gelişmeler, bunu karşılamaya yetmezse..
-‘Sıcak para’ girişi yeterli olmazsa... Veya konjonktüre göre ‘çkış’ eğilimi artarsa...
Ne olacak
- İşsizlik oranları nasıl aşağıya çekilebilecek..
-Artan ve artması ‘en az üç çocuk’ sloganıyla teşvik edilen nüfusumuzun yeni gelen nesilleri, ister öğrenim görmesin, ister en yüksek öğrenimi görsün, nasıl iş bulabilecek
***
Tabii, konumuz doğrudan doğruya bunlar değil... ‘AVM’leri konuşuyoruz. Ve onların olumlu tarafları elbette var. Hele bu bayram sonrasında, konunun insanı memnun edici taraflarını mutlaka görelim.
Ama artık bayram bitti. Bu pazar da geçiyor... Aklımıza takılan o soruların cevaplarını da yavaş yavaş aramaya başlayalım...

***
Değerli okurlarıma, geçmiş bayramlarını da kutlayarak, iyi pazarlar dilerim
Altan Öymen/Radikal


Geri Dön