25 / 04 / 2024

Dünya müstakile yerleşti, Türkiye apartmanlaşıyor!

Dünya müstakile yerleşti, Türkiye apartmanlaşıyor!

''Apartmana Hayır! '' isimli kitabın yazarı Mimar Semih Akşeker, çok katlı betonarme binaların beden ve ruh sağlığımızı tehdit ettiğini söylüyor



Tüm Türkiye'nin müstakil, bahçeli evlere geri dönebilmesi içinse 30 yıl yeterli.

Tek katlı, bahçeli, pembe panjurlu bir evde, sevdikleriyle yaşamanın hayalini kuranlar neredeyse tarihe karıştı...Her şeyin başı sağlıksa, beden ve ruhumuza son derece zarar veren beton binalardan neden vazgeçemiyoruz?

Biliyoruz ki bu soruları sormak kadar cevaplarını duymak da zor.

Ama biri var ki Fuzuli gibi 'Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil' diyerek çıkar bir yola..Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkelerin inşaat sektöründe çalışır, bolca araştırma, gözlem yapar.

Edindiği bilgelerden yola çıkarak bir kanaate varır: 'Apartmana hayır! Betona hayır!' 


Müstakil Evler Apartmana Nasıl Dönüştü? Akşeker'in 'Apartmanların bizim kültürümüzle hiçbir bağlantısı  yok', 'Betonarme binalar hem beden hem de ruh sağlığına zararlı', 'Müstakil ahşap evlerde yaşamalıyız', 'İstanbul'daki herkes iki katlı, bahçeli bir evde yaşayabilir, Yeterli arazi var', .....şeklinde iddiaları var.

Yalnız onu daha iyi anlamak için öncelikle müstakil evlerin yığma beton binalara nasıl dönüştüğünü, apartman zihniyetinin niçin ortaya çıktığını bilmekte fayda var.

Batı kültüründeki çok katlı  evler ilk kez 19. yüzyılda sanayi devriminin yaşandığı Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde inşa ediliyor.

Gününün büyük çoğunluğunu çalışarak geçiren kadın ve çocuklar evlerine giderken zaman kaybetmesinler diye aynı katta 3-4 dairenin bulunduğu yüksek binalara yerleştiriliyorlar. Sadece uyumak için evine giden işçiler tuvalet ve banyoları  da ortak kullanıyor.

İslam-Türk ananesinde ise eve 'sükun bulunan yer' anlamında 'mesken' deniyor. Atalarımız evlerinin canlılığına inanıyor.

Çünkü meskenlerde nesillerin acı-tatlı hatıraları bulunuyor.

Ev, güzel yaşamanın, dünyayı  mamur etmenin, hayata lezzet katmanın adeta vasıtası gibi görülüyor.

Fakat Batı'nın sanayi inkılabıyla maddi üstünlüğü ele geçirmesi, Osmanlı Devleti'nin aydınlarınca farklı yorumlanıyor, Batı taklitçiliği başlıyor.

Bu değişim, sosyal hayatı olduğu kadar mimari yapıları da etkisi altına alıyor.

Süleymaniye, Laleli, Fatih'teki ev ve konaklarını terk eden zenginler, 'Fransızlar yapmış' diyerek Şişli, Harbiye ve Nişantaşı'ndaki karanlık, izbe apartmanlara taşınıyor.

Halk, önceleri müstakil evlerde yaşamayı  tercih etse de zamanla apartmanlara taşınıyor. Oysa dünyanın en eski çok katlı binalarını inşa etmiş Fransa, apartmanların yol açtığı şikayetler sebebiyle 1963'te referanduma gidiyor. 'Ev mi, apartman mı?' diye soruyor vatandaşa.

Halkın yüzde 68'i 'ev' deyince hükûmet derhal iskan politikasını değiştirip müstakil evleri zorunlu hale getiriyor.

O tarihten sonra belli zaruretlerin dışında apartman inşa edilmiyor.

İngiltere'de ise mimarlar, eğitimciler, sosyologlar, sendikacılar, sivil toplum örgütleri bir araya gelerek hükûmete baskı yapıyor.

Devlet, tarihî eser özelliği taşımayan tüm apartmanların yıktırılmasına karar veriyor. Türkiye'de ise 1992'de Devlet Planlama Teşkilatı, aynı konuyla alakalı  bir anket düzenliyor. Halkın yüzde 93'ü apartmanda değil, müstakil evde yaşamak istediğini söylüyor.

Yalnız bu çarpıcı sonuç  ülkemizde herhangi bir değişime vesile olmuyor.

Siyasiler, bürokratlar ve inşaat firmaları  kendi menfaatlerini gözeterek halkın bu isteğini yok sayıyor.

'Yeterli Arazi Yok' Cevabı Doğru Değil 24 yıllık mimar Semih Akşeker ise devlet politikası haline getirilirse otuz yılda apartmanları bırakıp tamamen müstakil evlerde yaşabileceğimizi söylüyor.

Nasıl mı?

Hesaplar ortada: Türkiye'de yaklaşık 14 milyon aile yaşıyor.

Herkese 250 metrekarelik arsa verilse ihtiyacımız 3 buçuk milyar metrekare (3 bin 500 kilometrekare).

Bu da Van Gölü büyüklüğündeki bir alana tekabül ediyor.

Ülkemizin düzlemsel yüzölçümünden dağlık alanları, baraj, yol ve köprüleri çıkarınca 700 bin kilometrekarelik boş alan kalıyor.

Müstakil evler için harcanacak arazi miktarı ise Türkiye'nin boş arazilerinin sadece yüzde 0,5'ine denk geliyor.

Kalan 99,5'lik alan alışveriş  merkezlerine fabrika ve atölyelere, turizm ve eğitim binalarına, kara-demir yollarına tahsis edilse bile yüzde 97'lik bölüm yine boş gözüküyor.

Aynı mantıkla hesaplamalar yapıp bu verileri hayata geçirmiş Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerde vatandaşlar hem müstakil evlerde yaşıyor hem de devasa endüstri alanlarına sahipler.

Hatta dünyaya en çok tarım ürünü  ihraç eden ülkeler arasında da başı çekiyorlar.

Batı'nın 60 yıl önce terk ettiği  çok katlı apartmanlar aslında sağlığımızı da tehdit ediyor. Çünkü beton, radyoaktif radon gazı yayıyor.

Radon da vücutta toksit etkisi yapıyor.

Mesela İstanbul'da 398 evde yapılan ölçümlerde 260 bekerel radyoaktif değer bulunmuş. Ahşap dairelerde aynı madde sadece 10 bekerel çıkmış.

Amerika'da yapılan başka bir araştırmada da akciğer kanserlerinden ölenlerin yüzde 14'ünün bina içi radona maruz kaldığı ortaya çıkmış.

Bunun üzerine hükûmet betonarme binalara radon gazı tahliye aspiratörleri konulmasını zorunlu hale getirmiş.

Betonarme binaların Batı ülkelerinde kullanım oranlarına gelince... Almanya'da yüzde 23, Fransa'da yüzde 17, Amerika'da yüzde 3'ken Türkiye'de yüzde 95.

Beton içine konulan malzemeler basit gibi görünse de elde ediliş şekli oldukça teknolojik. Dökümünden kurutulmasına kadar birçok önemli ayrıntıyı bünyesinde barındırıyor.

Fakat üreticilerin çoğunun özel santrali, test edecek laboratuvarı, yeterli sayıda teknik personeli ve betonarme inşaat kültürü bulunmuyor.

Üstelik betonun ömrü bilinenin aksine karbonlaşma ve korozyon sebebiyle 50-60 yılı geçmiyor. Kat sayısı ne kadar fazlalaşırsa binaların yıkılma oranı da o kadar artıyor.

Türkiye Hazır Beton Birliği Başkanı  Ayhan Paksoy da aynı dertten yakınıyor: 'Türkiye'deki beton santrallerinin yüzde 40'ı bize kayıtlı, diğer yüzde 30'unun kaydı yok ama kaliteli. Ancak yüzde 30'luk ne idüğü belirsiz bir grup var.

Türkiye'ye yurtdışından taşınan bir şeyin doğru dürüst geldiğini hiç görmedim.

Ya her şeyiyle beraber getireceksiniz ya da hiç almayacaksınız.

Apartmanlarda yalnızlaşıyoruz 30-40 daireli apartmanlarda yaşayanlar bırakın komşularıyla oturup kalkmayı hemen yanı başında hangi ailenin kaldığını bile bilmiyor.

Nadir de olsa asansörde karşılaşanlar birbirine 'günaydın'ı esirgiyor.

Değişen insani ilişkiler içtimai hayatımızı da ister istemez şekillendiriyor.

İnsanlara güvenmemeye başlıyor, çevremizden kendimizi de çocuklarımızı da sakınıyor, giderek yalnızlaşıyoruz...bir nesnenin tamamı kendine ait değilse insanoğlu onu koruyup gözetemiyor.

Apartmanlar doğası gereği insanı  sorumsuz yapıyor.

Çocuklar merdiven duvarlarını düşünmeden çiziyor, büyükler giriş kapılarını rahatlıkla tekmeleyebiliyor, merdivenlerin kirlenmesi kimseyi rahatsız etmiyor.

Günümüz çocukları apartmanlarda mahpus hayatı yaşıyor.

Çimenlerde koşturup meyve ağaçlarının tepelerinde gezinecekleri yerde televizyon başında pinekliyor, henüz hayatı tanımadan gençliğe adım atıyor.

Oyun oynarken, arkadaşlarıyla rekabet ederken öğreneceği iyi-kötü ayrımını, merhameti, dostluğu, arkadaşlığı ileriki yıllarda büyük zorluklarla karşılaşarak öğreniyor.

Mimarlık, güzel sanatlara ait estetik bir konu olmaktan öte fikir, tasarı, biçim verme gibi nitelikleriyle aslında inançların, dünya görüşlerinin fiziki dünyaya yansımış hali.


Zamanla ev, insanı kendine benzetmeye başlıyor..Hatta Batılı seyyahlar Anadolu topraklarına geldiklerinde zenginle fakirlerin evini birbirinden ayırt edemiyor, çok şaşırıyor. 


Mimar Semih Akşeker'den Yapılaşma ile İlgili Öneriler Öncelikle çok katlı dikey yapılaşma modeli terk edilmeli, bahçeli nizam evlerden müteşekkil yatay şehirleşme modeli, iskan politikamızın temelini oluşturmalı.

'Ev araştırma merkezi' kurulmalı.

Bu merkez Türk aile yapısına uygun ev projeleri geliştirmeli. Halka, evlerde yön, manzara, oda sayısı, malzeme, bahçe büyüklüğü, banyo sayısı gibi yaklaşık elli kıstasla alakalı sorular sorarak genel bir ihtiyaç listesi çıkarmalı.

Mevcut apartmanları ömürleri bitene kadar kullanmalı ama yeni binalara kesinlikle izin verilmemeli.

Yatırımlarla küçük şehirlerde de endüstri merkezleri, fabrikalar kurulmalı, büyük şehirlere nüfus akışı engellenmeli.

Sayısal veriler doğrultusundaki önerilere gelince; ortalama 5 nüfuslu bir aile için taban alanı 60 metrekarelik iki katlı evler tasarlanmalı.

Meskenler 250 metrekarelik parsellere yerleştirilip her aileye 190 metrekarelik bahçe bırakılmalı.

(tümgazeteler.com dan alınmıştır)


İyi haftalar.. 
 
[email protected]


Geri Dön