25 / 04 / 2024

İFM İstanbul'un uluslararası finans merkezi olmasını sağlayacak!

İFM İstanbul'un uluslararası finans merkezi olmasını sağlayacak!

KGF Genel Müdürü Hikmet Kurnaz,"İFM, büyük bir iddiayı, bir iradeyi ortaya koyuyor. İFM, Türkiye finans tarihinde anlatılacak bir ders olacak" diyor.



Türkiye’nin önde gelen bankaları yanında TOBB, KOSGEB, TESK, TOS-YÖV gibi sivil toplum kuruluşları ile Hazine temsilcilerinin de yönetiminde yer aldığı Kredi Garanti Fonu (KGF), Türk finans sektörünün bel kemiğini oluşturuyor. İş dünyasının finansman ihtiyacının giderilmesiyle teminat sorununun çözülmesinde yardımcı olan KGF’de Genel Müdürlük görevini ise Hikmet Kurnaz yürütüyor. KGF Genel Müdürü Hikmet Kurnaz, İstanbul Finans Merkezi’nin (İFM) geleceğine inanan isimlerin başında geliyor.


İFM'nin vizyoner bir yaklaşımın ürünü olduğunu söyleyen Kurnaz, "İFM, büyük bir iddiayı, bir iradeyi ortaya koyuyor. İFM, Türkiye finans tarihinde anlatılacak bir ders olacak" diyor. İstanbul Finans Merkezi’nin ekonomimizin uluslararası ekonomik standartlara kavuşmasına rehber olacağına söyleyen KGF Genel Müdürü Hikmet Kurnaz sorularımızı yanıtladı...


İstanbul Finans Merkezi tam olarak faaliyete geçtiğinde Türkiye ekonomisi için ne ifade edecek?

Öncelikle, İFM projesinin İstanbul'da finansal kuruluşların belli bir fiziki mekanda toplanması olarak görülmemesi gerekir. İFM’ye tapu kadastro ile tamamlanacak bir proje gibi bakılmamak İFM, sadece İstanbul’a bir finans merkezi kurma değil, İstanbul'un uluslararası bir finans merkezi olmasını sağlama projesidir. Geçmiş yüzyıllarda bankacılığın geliştiği şehirlerin birer liman şehirleri olması tesadüf değildir. Ticaretin liman şehirlerinde gelişmiş olması, bankacılığın gelişmesinin dinamiklerini de tetiklemiştir. Uluslararası ticaret sadece mal değiş tokuşu değildir; insanlar arasında da yaşam, kültür ve bilgi değiş tokuşudur. Liman kentlerinin diğerlerine göre gelişmişlik göstermesinin gerisinde aslında bu dinamikler vardır. Hükümetimizin İstanbul’u finans merkezi olarak tayin etmesi sadece güzel bir yerde olan coğrafya parçası olduğu için değildir. İstanbul'un dünyanın önemli bir liman şehri ve ulaşım ağında olması da değildir. 19. yüzyıl dünya bankacılık tarihinde Galata bankacılığı ile bilinen bir dünya kenti olması ve günümüz bankacılığının gerektirdiği teknoloji ve bilgi donanımına da sahip olmasıdır.


LONDRA’YA BAKARAK DEĞERLENDİRME YAPALIM...


Bugün önemli bir finans merkezi olma özelliğini sürdüren Londra'nın 1973 petrol krizi ile birlikte finans merkezi hüviyetine kavuşmasında yüzyılların geçmiş bankacılık birikiminin rolü olduğu unutulmamalıdır. Petrol krizi sonrasında Londra'nın İngiltere ekonomisine katkısına bakmak İstanbul’un finans merkezi olması halinde Türkiye ekonomisine katkısını anlamak için yeterli olacaktır. 1974 yılında 118 milyon ABD Doları olan ülke GSMH’si 1980’de 530,5 milyar dolar olmuştur. Özellikle 1973 petrol krizi sonrası petrol üreten ülkelerin hesaplarım tutacakları güvenilir banka arayışları ve petro-dolar ile büyüyen dünya ticaretinde ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için azgelişmiş ülkelerin sermaye açıklarını giderecekleri finans merkezlerine olan ihtiyaç da Londra bankalarını öne çıkarmıştır. Bu başarıda yüzyıllık bankacılık tarihi kadar 2. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler’den kaçan paralan da tutmak becerisiyle 1950’lerden itibaren bankacılık sisteminde finansal liberalizasyon programlar uygulamasının ve bu nedenle ilk off-shore merkezi olarak bilinmesinin de büyük etkisi vardır.


1980’LERDE AVANTAJ KULLANILAMADI


1980’li yıllar ile birlikte dünyada başlayan finansal liberalizasyon politikaları doğrultusunda uluslararası sermaye yeni finans merkezi arayışları içinde. Türkiye liberal politikaları hızla ve etkin şekilde uygulamaya koyamaması ve güçlü bir bankacılık sistemine sahip olmaması nedeniyle İstanbul’u yeni bir finans merkezine çevirme avantajını kullanamadı. 2008 yılında başta ABD ve gelişmiş Avrupa ülkelerinin pek çoğu hala etkileri süren finansal kriz ile bankacılık sistemleri sarsılırken, Türkiye’nin güçlü bankacılık sistemi ile İstanbul’u yeni finans merkezi olarak duyurması ile “ürkek” sermaye dikkatlerini Türkiye’ye çevirdi. Bu bile tek başına bir başarımdır, Türkiye’nin küresel ekonominin ilgi odağına oturması G-20 ülkeleri zirvesi toplantısına ev sahipliğini beraberinde getirdi. Bugün, dünyanın önemli finans merkezlerinden olan Londra, New York, Hong Kong, Singapur, Tokyo, Zürih, Boston, Cenevre, Frankfurt ve Seul’e yakından baktığımızda finans merkezi olmak için ülke ekonomilerinin de uluslararası ekonomiler ile her iki taraf içinde yararlı olacak şekilde entegre ve sürdürülebilir olan bir ticaret hacmi ve çeşitliliğini de sağlamak lazım geldiği anlaşılmaktadır.


SADECE FİNANS ODAKLI DÜŞÜNÜLMEMELİ


Finans merkezleri yeni piyasalar demektir. Yeni piyasalar yeni araçlara ve kurumlara ihtiyaç duyar. Finans merkezi sadece para merkezli piyasalar ile değil mal ve hizmet hareketli piyasalar ile de entegre olmak zorundadır. Bunun için İstanbul finans merkezi reel mal ve hizmet piyasaları ile de bütünleşmeli ve buna göre kuralları ile işleyen piyasaların oluşmaları sağlanmalıdır. Türkiye ekonomisine katkısı, doğuracağı piyasa çeşitliliği ile de ayrıca hissedileceğinden dolayı finans merkezlerini sadece finans odaklı düşünmemek lazımdır. En gelişmiş emtia borsalarının Londra ya da New York’ta olması piyasaların birbirlerini çekiciliğinin kuralıdır. Dolayısıyla İstanbul Finans Merkezi’nin Türkiye’ye kazanç ve kayıplarım süreç içinde öteki finans merkezlerine göre rekabette sağlayacağı avantajlara bakarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.


Bir süreç olarak bakıldığında İstanbul Finans Merkezi Türkiye ekonomisi için ne ifade ediyor?

Süreçte her şeyden önce bir ülke, bir kentini uluslararası olma iddiası ile finans merkezi olarak tanımladığı zaman bunun gerekleri olan dünya ülkeleri ortak paydasında liberalleşmenin asgari kurallarını sağlar şekilde piyasaları oluşturan düzenlemeleri yapmalıdır. Bugün ulaşılan teknolojinin imkanları ile örneğin twitter, facebook gibi iletişim sistemleri gibi piyasalar hakkında her türlü bilgi alışverişini engeller düzenlemeler piyasalarda rekabetin şeffaflığı önünde bir engeldir.


SERBESTLEŞME POLİTİKALARI UYGULANMALI


Dünya finans merkezi yönünde serbestleşme politikalarının getireceği özgürleşme doğal akışında yeni finansal enstrümanların tedavüle girmesinin yolunu açacak ve mal ve hizmet hareketinde seyyali yet ve değer yaratacaktır. Bunlar fikrin liberal finans politikaları ile özgürleşmesinin kazandıracağı artıların finansal ürünlere dönüşmesinin yaratacağı kazançlar olacaktır ki, fikri ve sınaî haklarında beraberinde geliştirilmesi ve piyasasının oluşturulması da ayrı bir değerler silsilesi olacaktır.


İFM, TÜRKİYE’NİN AYNASI OLACAK

Denilebilir ki, tüketen ekonomi üretir. İktisat tüketim için üretimi anlatır. Ancak, bir farkla üretmeden tüketim olmaz. İstanbul Finans Merkezi, üreten Türkiye’yi dünyaya gösteren aynası olacaktır. İFM’nin ülkemiz ekonomisi için bir anlam ifade edebilmesi söz konusu finans merkezi olmak yönündeki proje fikrini doğuran beklentilerin neler olduğuna ve bu beklentilerin gerçekleşmesine yol açacak yol ve yöntemlere kısaca bakmakta fayda var. Doğru ya da yanlış ama her zaman doğrulanabilir olgulardır, eldeki verilere göre ki ben verilerin yalancısıyım; dünyada uluslararası günlük ortalama ticarete konu mal hareketi yanlış hatırlamıyorsam 52 milyar dolar. Bu rakamı Ordulu olduğum için trafik plaka numarasından hatırlıyorum. İnsan okuduklarım böyle söyleşilerde unutmasa bu söyleşiler nehir söyleşiler olur. Yaşlılık ezber kaldırmıyor sadece yaşanmış anıları biriktiriyor. Dolayısıyla bu tür sorulara cevap verebilmem için bir ön araştırmaya ihtiyaç var. Ama hatırladıklarımla en azından mal hareketi tutarı kadar da bir para hareketi olması gerek. Bu söylemek istediğim Marks'ın para meta dolaşımı değil. Herhalde malın değerini oluşturan fiyatlar içinde nakliye, sigorta vs maliyetlerde olacağından bir yerden bir yere hareket eden mal beraberinde değeri kadarda parayı hareket ettirecektir. Aslında sermayenin günlük dolaşımda bulunan işlem hacmi günlük ticarete konu mal hareketinin çok çok üstünde seyrediyor.


İSTANBUL DÜNYA PİYASASINDAN PAY ALABİLİR


Piyasalarda malları temsil eden kağıtlar uçuşuyor ve finans piyasaları arasında günlük trilyon dolarlar bir yerden bir yere kar peşinde koşup duruyor. İstanbul, Asya ile Avrupa arasında değiş tokuşa girebilecek taraflara avantajlı bir mal hareketi piyasası yaratabildiğinde sadece mal hareketinden değil, mal hareketinin tetiklediği devasa finansal işlemlerden de rahatça pay alabilir. 17 Ağustos 1999 Depremi gibi onca ekonomik kayıplara yol açan badireler yaşadığı uzun yıllar terörizme karşı savunma harcamaları içinde olduğu halde Türkiye’nin halen G-20 ülkeleri içinde yer almayı sürdürüyor, yerini koruyor olması ülkemizin ekonomik potansiyelinin gücünü de teyit etmektedir. İyi bir ekonomi yönetimi ile öteki ülkelerin yatırım iştahlarını çekmek pek ala mümkündür. Bu da İnandırıcı ve kalıcı rasyonel finansal düzenlemeler ile mümkündür. Dünya ekonomik formu tarafından yayınlanan finansal gelişmişlik endeksinde Türkiye’nin ekonomik gücüne göre çok gerilerde kalmamıza yol açan faktörleri sorgulamayı başardığımızda doğrudan ya da dolaylı sermaye hareketlerinden pay almamamız için hiçbir neden bulunmamaktadır. Ülkemizi dünyanın G-20 liginde büyük ekonomisi yapan reel sektörü asla ihmal etmeyen vizyoner bir bakışla, ülkenin ve dünyanın gerçeklerini dikkate alan bir finans sistemini önce ülkemiz için kurgularsak, dünya içinde kurgulamış oluruz.


VİZYONER BİR YAKLAŞIMIN ÜRÜNÜ


İstanbul Finans Merkezi’ne ben böyle bakıyorum. Finans probleminin halen ekonomilerde birinci sorun olduğu bir dünyada ben, İstanbul Finans Merkezi projesini bu yönde atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendiriyorum. Vizyoner bir yaklaşımın ürünüdür. Çok boyutludur. Büyük bir iddiayı, bir iradeyi ortaya koymaktır. Eğer başarılır ise Türkiye finans tarihinde anlatılacak bir ders olacaktır. İFM ülkemiz ekonomisinin uluslararası ekonomik standartlara kavuşmasına rehber olacak bir projedir.


İFM’nin kuruluş amacı doğrultusunda küresel bir finans merkezi olması halinde Türkiye’ye yönelik sermaye hareketleri nasıl etkilenecek?

Dünyanın her yerinde finansal araçları kullanarak uluslararası işlem yapılan piyasaları uluslararası finans merkezi olarak tanımlamak mümkün. Finans merkezlerini işlem çeşitliğine ya da yelpazesine homojen ya da heterojen yapışma göre ayrıştırmakta bir adlandırma biçimi. Bankacılık işlemlerinde Frankfurt, yatırım fonlarında Lüksemburg, özel bankacılıkta Zürih, finansal işlem operasyonlarında Dublin örneklerinde olduğu gibi belli alan ya da ürünlerde uzmanlaşmış finans merkezleri de söz konusu. Frankfurt, Paris, Tokyo, Hong Kong, Singapur, Seul gibi ekonomileri büyük olan ülkelerin finansal hareketlerinin yoğunlaştığı bölgesel merkezler finansal işlemler hacminden daha fazla pay alarak uluslararası finans merkezi olmayı hedeflemiş durumdalar.


FONLARIN BULUŞMA NOKTASI OLACAK


Yine de geçmiş yüzyılların birikimiyle dünya finans merkezi denildiğinde akla gelen Londra ve New York olmaktadır. Buradan hareketle, hukuk düzeni, teşvik sistematiği ve fiziki ortama dair çalışmalara paralel olarak uluslararası niteliği de güçlenecek olan İFM'nin, Asya, Afrika ve Avrupa’nın önemli bir bölümündeki fon arz ve talep taraflarının buluşma noktası olma potansiyeli çok büyüktür. İslami bankacılık altyapımızın burada çok önemli bir avantaj olduğunu da ayrıca hatırlatmak isterim. Sıralamadaki yeri gerilerde olmakla birlikte şu anda dahi bölgesel merkezlerden biri olan İFM uluslararası niteliğini istikrar ifade eden bir trendle güçlendirdikçe yatırımcıların ilgi odağı olma potansiyeli de artacaktır. Finans dünyasının dikkatinden kaçmayacak gelişimin doğal sonucu olarak doğrudan yatırımlar dahil fon akımının da kuvvetlendiğini göreceğiz.


İFM, Türkiye’de hangi sektörleri nasıl etkiler?

Bana göre İFM’nin gittikçe artan oranda uluslararasılaşma-sının en önemli yansımalarından biri dış kaynağa ilişkin arz güvenliğinin artması yönünde olacaktır. Bu husus son derecede önemli; çünkü tasarruf oranımız çok düşük ve yabancıların tasarruflarım kullanmadan büyüme imkanlarımız sınırlı. Dış kaynak kanallarının, bu kaynaklara erişim imkanlarımızın artması, uluslararası piyasalarda daha fazla rekabete konu olmamızı da beraberinde getirecektir. Biz aslında bir anlamıyla bu tecrübeyi yaşadık, halihazırda da yaşıyoruz. Global bir çok banka ve finans kuruluşunun Türk finans sisteminde faaliyet göstermeye başlamaları ile birlikte kaynak temini ve maliyetleri anlamında çok daha istikrarlı, güvenli bir dönemin de başladığını hep birlikte görmedik mi? Ve dış kaynak kullanabilirliğimiz anlamında 2000’li yıllara kadar ülkemizi çok zorlayan iç ve bölgesel sorunlar karşısındaki hassasiyetin giderek azaldığını belki daha zor şartlarda bile dış finansmana erişebildiğimizi gördük. Düşünebiliyor musunuz, şu son dönemde içimizde ve bölgemizde yaşanan gelişmeleri Borsa İstanbul'da ağırlıklı yerli yatırımcıların bulunduğu, finans sektörümüze yabancı yatırımcıların dahil olmadığı günlerde yaşamış olsak neler olurdu? İFM’yi bir çalışma ortamı olarak tercih edecek aktörlerin giderek çoğalmasının ülkemiz ekonomisine en önemli katkısı sermeye arzı tarafındaki derinliği daha da pekiştirmesi olacaktır.


Sektörel etkilerine gelince. Öncelikle, finans sektöründe daha öncesiyle kıyaslanamayacak derinlikte bir rekabet ortamının oluşacağını kesinlikle öngörebiliyoruz. Ezber bozan, hem teşkilat yapısı hem de yeni ürün ve yaklaşımlar bakımından kendini geliştirmeyi zorunlu kılan bir rekabetten bahsediyorum. Eğitimden hukuk alanına, teşvik sistematiğinden fiziki altyapıya varıncaya değin çok geniş bir alanda projenin zorunlu kıldığı adımlar atıldıkça finans sektörü olumlu etkilenecek, giderek çok daha üretken bir rekabet ortamına doğru yol alınacak. Sermaye piyasaları derinleştikçe finansal ürün çeşitliliği artacak, bu sektörden hizmet almanın, kaynak kullanmanın maliyeti düşecek. Yani, finans sektörünün de içinde yer aldığı ekosistemin diğer boyutu olan reel sektör de finansmana erişim olanaklarının artması ve düşen maliyetler dolayısıyla etkilenecek İFM’nin gelişiminin reel sektörün alt başlıklarına yansımasının ise bu sektörlerin global konjonktür içindeki durumlarına göre değişiklik göstereceğini öngörebiliriz. Bu demektir ki, İFM yalnızca finans sektörünü ilgilendiren bir proje değildir.


İFM Türkiye’deki istihdama yönelik nasıl bir katkı sağlar?

İFM istihdama katkılarım nitelikli eğitimli dünya dillerinden bir kaçını bilen dünya üniversitelerinde okumuş kişiler ile istihdama asıl katkıyı sağlaması yanında kentsel hizmet istihdamı ile de olacaktır. Ancak burada asıl olan, uluslararası niteliği giderek artan bir İFM'nin genel ekonominin büyümesine sağlayacağı katkıdır. Doğrudan yatırımlar dahil fon akımlarının güçlenmesinin büyüme grafiğimize etkisinin olumlu olacağını, finansmana erişimin imkanlarının artmasına paralel olarak ilave istihdam imkanlarının da ortaya çıkacağını öngörebiliyoruz. Tabii bu etkilenmeyi hem finans sektöründe, hem de reel sektörde izleyeceğiz.


KGF’nin İstanbul Finans Merkezi’ne ilişkin herhangi bir çalışması var mı?

Finans sektöründe yer alan kuruluşların İFM özelindeki çalışmaları bu aşamada daha çok merkezlerini İstanbul’a taşımaları şeklinde oldu. KGF’nin bu anlamda yönetimce belirlenmiş bir eylem planı, çalışması yok. Fakat KGF’nin İstanbul’da şubeleri var. Ancak tabii ki, finans sektörünü ilgilendiren tüm gelişmeler, bu sektörde aktör olan bir kuruluş olarak KGF’yi de ilgilendiriyor.


KGF’NİN İFM’DEKİ YERİ

Ayrıca ülkemizdeki bankaların aktif büyüklük açısından tamamına yakınının, sayısal olarak da çok büyük bir kısmının KGF’nin ortakları arasında yer alıyor olması da bu ilginin bir diğer boyutudur. KGF’nin İFM yerinin nerede olacağını anlamak için banka kredilerindeki rolüne bakmamız lazım. KGF’nin finansal sektör içindeki konumunu ve fonksiyonuna aynı pencereden bakmamız gerekir. Kefalette nihayetinde kredi açmaktır. Kefalet kredi tarihi kadar eskidir. Kefalet iktisadi ve ticari hayatımızın önemli bir nizamıdır. KGF KOBİ’lere kefalet desteği sağlamak suretiyle teminat engelini ortadan kaldırıyor ve krediyi KOBİ’ler için kullanılabilir, kredi kuruluşları için de kullandırılabilir hale getiriyor. Dolayısıyla lehine kefil olduğu KOBİ’ler ile ve kredi kullandıracak bankalar ile yüz yüze bir ilişki ile çalışmak zorundadır. Bilmediğin, tanımadığın kişiye kefil olmasın. Kefil olacağın kişinin kimden borçlanacağım da bilmen, görmen gerekir. Bu nedenle KGF finans piyasasının dışında bir kurum değildir. KGF, kredi kuruluşları ile risk paylaşımı esasına göre çalışan, bu itibarla da kredi kuruluşları ile iş ortaklığı ilişkisi içinde olan kurumsal bir kefalet kuruluşlarıdır. İlişkinin merkezinde KOBİ’lerin bulunması ise bu iş ortaklığını hem KGF, hem de kredi kuruluşları açısından çok değerli kılıyor. Bu nedenle, İFM projesi tüm iktisadi aktörler, kesimler gibi KGF’yi de yatandan ilgilendiriyor. Çünkü İFM’nin uluslararası niteliğinin güçlenmesi, kredi kuruluşlarımızın kaynak temini süreçlerine hem miktar hem de maliyetler batanımdan olumlu yansıyacak ve bu kuruluşların kefaletimiz ile kredi kullandırdıkları KOBİ’lerde kazançlı çıkacaklardır. KGF, özellikle son dönemde geliştirdiği ürün ve uygulamalarla İFM içinde de performansını sürekli olarak test edecek ve KOBİTerimizin, İFM’nin olumlu etkilerinden sağlayacağı faydayı maksimize etmek ve KOBİ kredilerinin toplam krediler içindeki payını yükseltebilmek KGF’nin hedeflerinden biridir.


İFM Dergisi


Geri Dön