29 / 03 / 2024

İnşaat sektörü adaletsiz yürümez!

 İnşaat sektörü adaletsiz yürümez!

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, kentsel dönüşüm çalışmalarını, projelerini, TOKİ konutlarını, yapılaşmayı değerlendirdi. İşte o haber...



AK Parti döneminde  TOKİ  sayesinde birçok dar gelirli vatandaş ev sahibi oldu, bu takdir ediliyor. Ama bir yandan da TOKİ deyince akla çirkinleşme, betonlaşma geliyor. Bunun önüne geçecek misiniz?


Tabii doğru. Bir yandan, çok dar gelirli insanlara ucuz, depreme dayanıklı, uzun vadeli konutlar yapılıyor diye sevinirken, bir yandan da çirkinlik oluşturan, yüksek katlı yapıların devlet eliyle yapıldığını görmek insanları üzüyor.


Bu konuda hükümetin bir özeleştiri dönemine geçtiğini söyleyebilir miyiz?


Elbette. TOKİ’nin başındaki yeni arkadaşımız Ergün Bey (Mehmet Ergün Turan), bu konuların çok farkında. Sayın Cumhurbaşkanı’mız da 2-3 senedir özellikle “Yatay mimari” diye ısrarla bastırıyor. TOKİ’nin yaptığı bu tür hataları da durmadan yüzlerine vuruyor. İnşallah bundan sonra bu yanlış işleri görmeyiz. Bir yeri yıkmak kolay ama onun yerine ortaya koyduğunuz eser iyi değilse o bir utanç olarak devamlı karşınıza çıkıyor. Şimdi bu çirkinliği kentsel dönüşüm projelerinde yaşıyoruz. Tamam, yıkılmaları lazım. Bunları bir şekilde yıkarsınız. Ama yeni yapılanları 100 sene yıkamazsınız!


Kentsel dönüşüm sırasında vatandaş canının istediği evi canının istediği gibi yaparsa, bu yeniden çirkinlik yaratabilir?


Bizdeki sıkıntı şu; 40’lı yıllarda yaptığımız planlamalarda geleneksel evlerimizi dışlayıp yıkmaya çalışmışız, onun yerine yeni çıkan 3-4 katlı betonarmeler yapmaya çalışmışız. Sanayi devriminin sonucu olan göç dalgası Avrupa’da 200-300 sene önce yaşanmış, bizde 1950’lerden sonra başlamış. İnsanlar, büyükşehirlerin etrafında başını sokacak bir yer ararken rastgele evler yapmış. Belediyelerimiz de bu göç dalgası karşısında hazırlıksız yakalanmış. 60’lı yıllardan itibaren, iki tip belediyecilik var. Sağ tandanslı belediyeler, genellikle “Gelmeyin kardeşim, gecekonduları yıkarız” demişler. Ama 10 gecekondu yapılıyor, siz 1’ini yıkabiliyorsunuz. İkincisi de sol tandanslı arkadaşların yaptığı belediyecilik. Onlar da “Yarın bir gün gecekondu mahallelerini arka bahçe olarak kullanırız, eylemlere götürürüz, işçileri örgütleriz” gibi bir düşünceyle kaçak inşaatları teşvik etmişler. Bu iki yanlış ve çarpık anlayışla şehirleri mahvetmişiz. Kimseyi ayırmadan söylüyorum. Sonuç şu, çok sağlıksız ve çok kimliksiz yapılarımız var. Türkiye’de özellikle 1999 depreminden sonra yeni yönetmeliğe göre yapılan 5 milyon civarında yapı stoku var. Ama 99 depreminden önce eski yönetmeliğe göre yapılan 15 milyon binanın en az yarısı sağlıksız. En büyük kısmı da İstanbul’da.


‘ŞEHİRLERİN KİMLİĞİ YOK’


Peki, eski binalar yenilenirken yerine yeni çirkin binaların yapılmasını engelleyebilecek misiniz?


Şu anda bir yasa çalışması yapıyoruz. Şehircilik Şûrası’nı topladık. Hocalarımız, sivil toplum örgütleri, belediyeler, kamu kurumları hepsi bir arada kentsel dönüşüm üzerine çalışıyorlar. Şehirler insanların aynasıdır. Şöyle uzaktan baksanız, o şehirde kimler yaşıyor, ilişki biçimleri nedir, inanışları, örf ve âdetleri nedir, yaşam tarzı nasıldır; bunlar hakkında kanaat sahibi olursunuz. Oysa bizim şehirlerimize bakınca bunu anlama imkânınız var mı? Asla yok. Kimliği yok binalarımızın. Bizde arabesk bir kimlik var. Bir tane gökdelen, yanında bir tamirhane, iki tane gecekondu, onun yanında modern bir alışveriş merkezi. Sonra bakıyorsunuz, yanında bakkal amca. Böyle garip, kimliksiz bir yapı var. Şehircilik Şûrası’nın bir alanında özellikle bunu çalışıyoruz.


 


‘İSTANBUL’DA KENTSEL DÖNÜŞÜMDE MÜTHİŞ YANLIŞLIKLAR YAPILIYOR’


“İSTANBUL’da kentsel dönüşümde müthiş yanlışlıklar yapılıyor. Belediyeler bir yeri tespit edip bin tane evin olduğu yeri ‘Burası çürük alan, yıkılması lazım’ diye tespit ettikten sonra bize müracaat ediyorlar. ‘Tamam. Peki nasıl dönüştüreceksiniz?’ diye soruyoruz. ‘Efendim, 2 bin tane ev yaparak bu işi çözeceğiz’ diyorlar. Bin tane evi vatandaşa verecekler, kalan bini de müteahhide verecekler. Eskiden bin tane evin olduğu yerde 10 metre park, 10 tane okul, 10 tane otopark, 1 tane saat kulesi varsa yine bunlar aynı duruyor ama konut sayısı iki misline çıkmış oluyor. Orada yaşayan nüfus 5 bin kişiyse 10 bin kişiye çıkıyor. Böyle olunca mahalle yaşanmaz hale geliyor. Sonra da yığınlar üzerinde yığınlar ve çirkin bir yapılaşma ortaya çıkıyor. İstanbul’daki mantık böyle çalışmış. Bunu böyle sürdüremeyiz. Bu doğru değil. Bakın, İstanbul’da bir de bir deprem gerçeği var. Hocalar ‘2030’a kadar İstanbul’da müthiş bir deprem olacak’ diyor. Ben AK Partili ve CHP’li bütün belediye başkanı arkadaşları çağırdım. ‘Deprem geldiğinde içinde kim varsa götürüyor. A partili, B partili diye ayırmıyor. Bakın size net vaatte bulunuyorum. Bütün partili arkadaşlar, CHP’liyiz diye girmezlik etmeyin’ diyorum. ‘Efendim, rantsal dönüşüm olmasın’ diyorlar. Vallahi olmasın. Çok doğru söylüyorsunuz. Size göre doğru dönüşüm neyse, alın gelin ya! Ne olur slogan atıp geriye çekilmeyin. Bu iş slogan işi değil...”


“AK Parti en çok müteahhitleri mutlu edip inşaat üzerinden ekonomiyi büyütüyor” deniliyor. İçeriden tepki aldığınız oluyor mu?


Bunları yaptıktan sonra ilgililerden epeyce tepki alıyorum. Bir ara, “Ya bu bakan geldi, inşaat sektörünün önünü kesiyor” gibi sözler başladı. Bir kulağımdan girip bir kulağımdan çıkıyor. İnşaat sektörü adaletsiz yürümez. Haksızlık ve hırsızlık üzerine asla böyle bir şey olmaz. Kim ne derse desin, umurumda bile değil. Herhalde İstanbul’da yoğunluğu 400-500 bin metrekareye yakın düşürdüm.


‘SUR İÇİNDE TARİHİ DOKUYA UYGUN TAŞ EVLER YAPACAĞIZ’

Diyarbakır’da çatışmalar sırasında özellikle tarihi Sur bölgesi harap oldu. Şimdi hükümet “Orayı yeniden inşa edeceğiz” deyince “Eyvah, oradaki tarihi dokuyu tahrip edecekler” şüphesi uyandı. Hakikaten özüne uygun mu yapılacak yoksa betonlaşmaya kurban mı gidecek?


Sur içi olduğu gibi UNESCO’nun koruması altında. 2012 yılında yapılan koruma amaçlı bir imar planı var. Yeniden inşa faaliyeti başlayacağı zaman algıda bir yanlışlık oldu. TOKİ’nin Sur içerisinde hiçbir işi yok, olmayacak da... Tam tersine, koruma amaçlı imar planı bizim için anayasadır. Ona uygun hareket ediyoruz. Hz. Süleyman Camii çevresinde sahabe kabirleri, kamu binaları ve yüzlerce yıllık eserler var. O bölgeyi olduğu gibi boşaltıp gecekondulardan kurtararak istimlak ettik. Geleneksel Diyarbakır evlerini baştan sona restore ettirmeye başladık. Sur içerisinde betonarme bina ya da bildiğimiz TOKİ modeli yok. Tamamıyla o tarihi dokuya uygun geleneksel avlulu, revaklı taş evler yapılıyor.


“Gecekondulardan temizledik” diyorsunuz. Bu, özellikle dar gelirli vatandaşların mağdur olması demek...


Sur içerisindeki çatışmalarda gecekondusu olup yıkılan ev sahiplerinin hepsine üç seçenek sunuyoruz: Birincisi, Diyarbakır’ın Çölgüzeli, Üçkuyular mahallelerinde binlerce konut yaptırıyoruz. “Evim Sur içerisinde yıkılmıştı” diyen herkese, eğer isterse aynı metrekaresine uygun olarak bedel almadan ev veriyoruz. İkincisi, “Ben Sur içerisinde kendi evimi yapmak istiyorum” derse, o zaman, yıkılan evinin bedelini veriyoruz. “Yap kardeşim ama UNESCO tarafından takip edilen koruma amaçlı imar planına uygun yap” diyoruz. Vatandaşlar genelde bunu çok tercih etmiyor. Uygun proje yaptıracak, bunu kurullardan geçirecek. Bu biraz ağır geliyor. Buna karşılık üçüncü bir seçenek daha sunuyoruz. “Buradaki tüm hakkını bize devret, istimlak parasını verelim, üstündeki yıkıntı bedelini verelim. Paranı al, istediğin yerden ev al kardeşim” diyoruz. Yani vatandaşa sunulabilecek ne seçenek varsa hepsini sunuyoruz.


Sulukule örneğindeki gibi yerli halkı uzaklaştırıp zengin mahallesine mi dönüştüreceksiniz yoksa?


İlk sahipleri eğer istiyorlarsa onlara vermeye çalışacağız. Yok olmayacaksa, dışarıdan gelen insanların yaşamasını sağlamaya çalışacağız. Şöyle düşünmek lazım, orada birisinin 100 metrekarelik tapusu var. Resimlerde görünen tarihi konak yıkılmış, yerine briketle gecekondu yapmış. Konak yapıyorsunuz, bu konağın bedeli 400-500 bin lira'dan aşağı mal olmuyor. Vatandaşa diyoruz ki: “Bak evinin değeri 100 liraydı senin. Al 100 liranı verelim. Ama şu konağın bir bedeli var, o bedele sen de yardımcı ol.” Orada briketten yaptığı ev yıkılınca yerine konak vermek gibi bir lüksümüz yok. “Farkı ödeyemem” diyene TOKİ’den ev veriyoruz. Orada geleneksel yaşam sürmezse Sur’un bir anlamı kalmaz. Şurada tatlıcı, yanında terzi, onun yanında sarraflar yaşasınlar. Burada cami var, şurada türbe var, kilise var, havra var. Konaklarda insanlar yaşamazsa, bunun bir anlamı yok ki.


Peki, tapusu olmayanların durumu ne olacak?


Onları bilme imkânımız hiç yok. Mecburen kayıtlara göre hareket ediyoruz. Çatışmalar yaşandıktan sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın İl Müdürlüğündeki çalışanlar gelip, oralarda kaç metrekare ev olduğunu tespit ettiler. Yıkılan yer ne kadar, oturulabilir mi, az hasarlı mı, çok hasarlı mı, bütün bunları tespit ettikten sonra vatandaşlara bildirdiler. Vatandaş beğenmediyse itiraz etti. O itirazları alıp bir daha değerlendirdik. Bunların neticesinde olduğu için biz mecburen tapu kayıtlarına bakarak hareket ediyoruz.


Ya kiracıların durumu?


İçinde kiracı olduğunu ispatlayacak vatandaşlara eşya bedelini veriyoruz. Evin bedeli ne kadarsa, onun yüzde 12’si eşya bedeli olarak ödeniyor. Yani binanın bedelini ev sahibine, eşya bedelini kiracıya veriyoruz. Ev sahibi “TOKİ’nin dışarı mahallelerdeki yaptığı evlerden bana ev verin” derse, evini boşalttığı ilk günden itibaren teslim alıp yeni konuta geçinceye kadarki sürenin tamamının kira bedelini de veriyoruz.


Hükümete tepkili olan gruplar süreci nasıl karşıladı?


Sur gibi, çatışmaların aşırı olduğu, hasarların yoğun olduğu tam 7 ayrı bölgemiz var. Yüksekova, Cizre, Nusaybin, Şırnak, İdil, Silopi... Bu 7 bölgede binlerce vatandaşla birebir görüşmüş birisi olarak söylüyorum; insanların benden istedikleri iki şey var. Birincisi, ”Ne olur buralardan gitmeyin, güvenliği ihmal etmeyin. Eğer bizi PKK’lıların insafına bırakırsanız bunlar bizi mahvederler, perişan ederler” diye neredeyse yalvarıyorlar. İkincisi de, “Bize evini boşalt dediniz, ufak tefek eşyalarımızı aldık, çıktık. Eğer devletseniz şimdi bizim zararımızı tazmin edin kardeşim” diyorlar. Gidiş gelişlerimde, eskiden PKK’nın kurtarılmış bölgesi diye tarif edilen, nereler varsa hepsine tek tek giriyorum. “Buraya girmesek mi” diye güvenlikçilerin uyardığı yerlere de giriyorum. Bütün samimiyetimle söylüyorum, bir tek kötü sözle karşılaşmadım. Artık onlara inanmıyorlar, güvenmiyorlar. Onların siyasi uzantıları sokaklarda rahat gezemiyorlar. Gittikleri zaman yuhalanıyorlar. Bir milletvekili olarak yüzde 95 oy aldığınız yere gittiğinizde yuhalanıyorsanız, düşünmek lazım. Çarşılarda gezdirmiyorlar onları. Bakın kayyumlar atandığında protestolar yapmaya çalıştılar, kimseler yoktu protestolarda. Millet bunların gitmesine, oralardan yok olmasına bayram ediyor adeta. Belki bu seçimlerde de büyük ihtimalle bunun tesirini de göreceğiz.


DİYARBAKIR SUR’DA NELER YAPILACAK?


Hz. Süleyman Camii çevresi’nde idare binaları ve sahabe kabirleri var, o bölgeyi eski dokusuna uygun olarak yeniliyoruz.


Sur içerisinde iki ana cadde var: birisi Meligamet Caddesi, diğeri Gazi Caddesi. Burada yüzlerce dükkân var, Sur içinde ticaretin canlı olduğu en önemli yer burası. Oradaki bütün dükkânların cephelerindeki kirlilikleri olduğu gibi indiriyoruz, taş ve ahşap karışımı çok güzel dükkânlar haline getiriyoruz. Bunun için hiç kimseden bedel almıyoruz. O cadde, ticaretin kalbi olacak müthiş bir yer olarak düzenleniyor şimdi.


Tarihi surun dibiyle Dicle nehrinin arasında Hevsel Bahçeleri denen 320 dönüm arazide park çalışması başlattık. Şimdiye kadar kimse bir şey yapmamış oralarda.


Sur içerisinde sivil mimarlık örneği ve kamu binaları da dahil olmak üzere 1.200 civarında tarihi ve tescilli eser var. Hasar gören bütün bu tarihi eserlerin restorasyonunu başlattık. Vakıflar 11 esere başladı. İçinde Kurşunlu Camisi de var.


Geleneksel Diyarbakır evlerini baştan sona restore ettirmeye başladım. Ayakta olan konakları restore ediyoruz, yıkılanları ise resimlerine bakarak aslını göre yeniden yapıyoruz. Sur içerisinde betonarme bina ya da bildiğimiz TOKİ modeli yok. Tamamıyla o tarihi dokuya uygun geleneksel avlulu, revaklı taş evler yapılıyor. Ben de eskiden tecrübeliyim, uzun süre Tarih Kentler Birliği başkanlığı yaptım.


Sur tam kalkan balığı şeklindedir. Bunun yarısında, iç tarafta bir yol vardır. Turizm mantıklı bir proje yapıldığı için diğer yarısındaki yolu tamamlamaya çalışıyorum. Turizm araçları geldiğinde koyabilecekleri yerler, insanlar indiklerinde yürüyüş yolları olacak. Eski, geleneksel, daracık sokaklarda yaşam sürdürmek çok zor. Maalesef projede bir revizyona gitmek zorunda kaldık. Sokakları biraz genişletip bu projeleri kurullara sunduk, onay gördü. Doğru projelerle orayı asli hüviyetine kavuşturup ayağa kaldırmak istiyoruz.




Habertürk


Geri Dön