25 / 04 / 2024

Kayseri Entegre Sağlık Kampüsü pek çok ilki barındırıyor

Kayseri Entegre Sağlık Kampüsü pek çok ilki barındırıyor

Herkes kamu özel ortaklığını konuşuyor. Sağlık Bakanlığı da yol açıyor



10 senelik dönemde yüzlerce milyarlık yatırım planı yapan bakanlıklar... Altyapı kredi pazarımızı cazip bulan yabancı yatırımcılar... Kamuyla uzun vadeli ortaklığın peşinde olan özel sektör... Bekliyoruz, Artık Sabırsızlanmaya başladık." Bu serzeniş 2008  Ankara  vergi rekortmenleri sıralamasında 56'ncı olan Yıldızlar İnşaat'nın Başkanı Edip Yıldız'a ait. 100 milyon dolar cirolu Yıldızlar İnşaat, Ekim 2009'da Sağlık Bakanlığı Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı tarafından yapılan Kayseri Entegre Sağlık Kampüsü'nün ön yeterlilik değerlendirmesini kazanan sekiz firmadan biri. Diğerleri gibi o da Ekim'den bu yana ihaleye ilişkin veri odasının açılmasını bekliyor. Kayseri Entegre Sağlık Kampusu projesi ise hem kamu finansmanı ve iş yapış modelinde yeni bir devrin hem de Türkiye sağlık pazarında kritik bir dönüşümün demosu...
 
Kayseri Entegre Sağlık Kampusu, bin 48 yataklı eğitim araştırma hastanesi, 200 yataklı fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi, 200 yataklı psikiyatri hastanesi ve 100 yataklı yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesi olmak üzere toplam bin 548 yataklı dev bir sağlık tesisi. Projenin yapım dönemi üç, işletme dönemi ise 25 yıl ile sınırlı. Ön yeterlilik değerlendirmesini Yıldızlar İnşaat ve İngiliz Lend Lease ortaklığı, Alsim Alarko, IC Içtaş, YDA İnşaat ve Inso Per Le Infrastrutture Sociali ortaklığı, Güriş İnşaat, Astaldi ve Türkerler ortaklığı, Vamed ve Türk Philips ortaklığı ile İspanyol OHL geçti. Kayseri hem Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) nam-ı diğer PPP (Public Private Partnership) uygulamaları, hem de sağlık yatırımı anlayışı açısından pek çok ilki barındırıyor.

Önce sağlık yatırımları çerçevesinden bakalım. Sağlık Bakanlığı Kayseri, Adana, Van, Erzurum, İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde binlerce yataklı dev sağlık yerleşkesi projeleri başlatmış durumda. Bakanlığın hedefi 2014'e kadar Türkiye'deki nitelikli yatak kapasitesini en az yüzde 80Tere ulaştırmak. Nitelikli yataktan kasıt; tuvaleti, banyosu, en fazla iki hasta yatağı, televizyonu, telefonu, yemek masası, etajeri ve yatılabilen refakatçi koltuğu bulunan odalar... Şu anda bu oran yüzde 23'ler seviyesinde ki yaklaşık 28 bin yatağa tekabül ediyor. 100 bin yatağın meali ise yüzde 81.

Bu çerçevede 38 ilde sağlık kampüsleri inşa edilecek. Örneğin Kayseri'den sonra sıra Ankara Etlik'te. Başkentin yeni cazibe merkezinde 3 bin 56 yataklı entegre bir sağlık kampüsü yapılacak. Bu yatak sayısı, Ankara'nın toplam yatak kapasitesinin yüzde 30'una denk geliyor. Etlik projesinin önyeterlilik ihalesinin son başvuru tarihi 16 Mart. Sonra sırada İstanbul İkitelli projesi var ki orada da bin 850 yatak kapasitesi olacak. Sağlık bakanlığı Kamu Özel Ortaklığı Abdulvahap Yılmaz bu kampüsleri birer "yaşam merkezi" olarak niteliyor. Hastanelerin yanında AVM'ler, sosyal yaşam alanları, oteller hatta sağlık bilimleri üniversiteleri olacak. Bu yapı büyük şehirlerde gelişecek. Şehir merkezlerine ise uydu hastaneler konumlanacak. Uydu hastaneler 24 saat hizmet verecek, acil ve görece basit vakalara bakılacak. Kapsamlı ve komplike teşhis ve tedaviler için de entegre sağlık kampüs-leri devreye girecek. Yılmaz bu yapıyla sağlıkta yüzde 100 verimlilik hedeflediklerini belirtiyor. Hastaları şehrin bir ucundan bir ucuna koşturmadan, tek elden verilen hizmetler silsilesi. Yine bu yıl içinde ihaleye çıkması planlanan, projesi hazır bir diğer yatırım serisi de Türkiye genelinde 11 ilde üç bin yataklı ruh ve sinir hastalıkları kampüsleri. Paket halinde fizik tedavi ve rehabilitasyon hastaneleri ile birlikte projelendiriliyorlar. Yılmaz bu serinin de arsa işlemlerinin tamamlandığını belirtiyor. Büyük şehirlerdeki bin adetli yatak kapasitesindeki kampüslere paralel olarak Eskişehir, Manisa, Kocaeli, Eskişehir ve Konya gibi illerde örneğin 400 yataklı projeler gerçekleştirilecek. Bu işi için de ilk adım Manisa'da atıldı. Kent için İspanyol Hükümeti, bakanlığa fon tahsis etmiş. Amaç, İspanya'nın KÖO'deki bilgi birikiminden faydalanmak. Projenin iki aya tamamlanması bekleniyor. Diğer küçük ölçekli illerde de bu proje model alınacak. Reform bununla da sınırlı değil. Yılmaz ortalama 150 yataklı hastaneleri "büyük" olarak nitelendirdikleri bin 500 yataklı bir hastanenin 10 tane büyük hastane yapmaya denk olduğunu ifade ediyor. Bu arada eş zamanlı gündemde olan bir de hastaneler birliği yasa tasarısı var. Tasarı yasalaşırsa farklı bölgelerdeki hastaneleri, hastane birlikleri tarafından tek elden yönetecek. " Ankara'da 20 hastane varsa 20 farklı yönetim var" diyor Yılmaz. Son bir yıldır çerçeve sözleşme ihaleleri yapmaya başladıklarını, tüm hastane alımlarını tek elden yaptıklarım ifade ediyor: "Bu da hem fiyatta hem sarf malzeme temininde çok avantajlı. Burada da aynı mantık var. Yine başhekimler olacak ama tıpla uğraşacak, gidip hastanenin penceresi ile perdesi ile uğraşmayacak. Ölçek ekonomisi ile herkes kazanacak."

Her şey iyi hoş da tüm bu projelerin finansmanı için Bakanlığın yeterli kaynağı yok. Sağlık Bakanlığı'nm 2010 bütçesi 12 milyar 700 milyon lira. 2009 bütçesinin de 12 milyar 750 milyon lira olduğunu düşünürsek bu yatırımların bütçeden yana bahtsız olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı KÖO modelini, özellikle de yap- kirala uygulamalarını kendine şiar edinmiş. Hatta o kadar canhıraş savunuyor ki neredeyse tüm kamu birimlerinde bir KÖO seferberliği yaşanıyor. Bir yandan genel KÖO ortaklığı kanun tasarısı 2010'a yetiştirilmeye çalışılıyor Bir yandan da Kayseri projesi tez zamanda yatırımcıyla buluşturulmaya.

Peki ama nedir KÖO? Aslında bu konuda kafalar karışık. O nedenle adım adım gitmekte fayda var. Başbakanlık Özelleştirme Dairesi Başkanlığı Danışmanlık Hizmetleri Daire Başkanı Ali Gü-ner Tekin'in KÖO tanımı şöyle: "Kamu hizmetlerinin devletçe klasik yollardan teminiyle, tüm hizmet temininin özel sektör aracılığıyla yapılması arasındaki yelpazede yer alan, devlet ve özel sektörün birlikte katıldığı tüm mal ve hizmet sağlama modellerini içeren bir üst kavramdır. KÖO uygulamaları projelerin niteliğine, kamu ve özel sektörün projeye katılım dereceleri ve taraflar arasındaki farklı risk dağılımına bağlı olarak çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir." Bunu biraz daha "günlük dile"çevirecek olursak kamu özel ortaklıkları, devletin işlev ve yetkinliklerinin piyasayla paylaşılması aslında.

Şu an Türkiye'de Amerika'nın yeniden keşfi gibi bir durum yaşanıyor. O kadar ki bazı çevreler KÖO'yu Türkiye'nin gayet deneyimli olduğu 'Yap İşlet Devret' ve 'Yap İşlet' modeline bir alternatif olarak görüyor. Halbuki KÖO sadece genel bir adlandırma. Genel kanun tasarısını hazırlayan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) KÖO modellerini dört kategoride topluyor. İlki olan Yap-İşlet-Devret (YİD) Türk iş dünyasının en tecrübeli olduğu model.

1994'ten yana uygulanıyor. Burada özel sektör finansmanı sağlıyor, projeyi yapıyor, işletiyor, gerekli hallerde tasarlıyor ve belirlenen süre sonunda da idareye devrediyor. İkinci model: Yap-İşlet (Yİ). Bir yapı özel sektör tarafından finanse edilerek yapılıyor, işletiliyor, gerekli hallerde tasarlanıyor. Bu kez yapının mülkiyeti özel sektörde kalıyor. Yap-Kirala (YK) ise Kayseri projesinde de gözetilen model. Yapı, özel sektör tarafından finanse edilerek yapılıyor, gerekli hallerde tasarlanıyor ve belirli bir süre için daireye kiralanıyor. Kiralanan yapı üzerindeki bazı mal ve hizmet üretim birimleri kısmen veya tamamen yapımcı tarafından isletilebiliyor. Yapının mülkiyeti kira dönemi sonunda sözleşmede düzenlenmesi durumunda kamuya geçiyor. Son model, İşletme Hakkı Devri Modeli (İHD). Buna göre idarelerin aktiflerindeki mal veya hizmet üretim birimleri bir bütün olarak veya kısmen -mülkiyet hakkı saklı kalmak kaydıyla- bir bedel karşılığında belli süre ve şartlarla işletilmesinin hakkı özel sektöre veriliyor.

Sağlık Bakanlığı'nın sağlık kampüsle-ri projelerinde uyguladığı ve fazlasıyla ses getiren model ise KÖO'nun yap kirala (YK) versiyonu. Özellikle kamu imtiyazının devrinin gerçekleşemeyeceği alanlarda (sağlık, eğitim gibi) kesintisiz ve uzun vadeli finansmanın sağlanması ve kurumsal verimliliğin artırılması açısından kritik değere sahip... Aslında bu model özelleştirme karşıtları için de ilginç, çünkü devletin malı "satılmamış" oluyor. Kamu hizmeti kamuda kalıyor. İngiltere'de KÖO uygulamaları 1992'de Muhafazakar Parti tarafından başlatılmış. Ancak liberalleşme ve özelleştirmeye sıcak bakmayan İşçi Partisi iktidarında da genişletilerek uygulamaya devam edilmiş. YK'de kamu hiçbir surette imtiyazını devretmiyor. Özel sektörle kelimenin tam anlamıyla ortaklık yapıyor. Mesela bin 500 yataklı bir hastane yatırımı var diyelim. Devlet özel sektöre arazi tahsis ediyor ancak sadece üst hakkını veriyor. İnşaatı özel sektör gerçekleştiriyor, üst hakkını tapuda tescil ediyor, bunu teminat göstererek kredi alıyor. İnşaat bittiğinde de devlete binayı kiralıyor. Devlet belirli aralıklarla özel sektöre kira-aidat minvalinde ödemeler yapıyor. Bu ödemeler hem bina kullanım hakkı hem de binanın bakım-onarım, güvenlik, ekipman yenileme gibi hizmetlerin karşılığı... Kayseri örneğinde devletle özel sektörün 25 senelik boyunca ortak işletmeci gibi hareket etmesi öngörülüyor. İmtiyaz konusunu yani devlet memurları tarafından verilen sağlık hizmetlerinin işletmesini devlet, cihaz temini, sterilizasyon, güvenlik, yemek, bakım onarım gibi imtiyaz dışı konuların işletmeciliğini ise özel sektör gerçekleştiriyor. Yatırımcı isterse tahsis edilen alanlarda ek tesisler yapı işletebiliyor. Tüm süreç boyunca devlet yükleniciyi belirli aralıklarla monitör ediyor. Koymuş olduğu performans kriterlerine uyamaması halinde ödemeleri geciktiriyor veya birtakım yaptırımlar uyguluyor. Tüm süreç boyunca devlet yükleniciyi belirli aralıklarla monitör ediyor. Koymuş olduğu performans kriterlerine uyamaması  halinde ödemeleri geciktiriyor veya birtakım yaptırımlar uyguluyor. Üstelik bu izleme ve performans değerlendirmesi sadece fınansal açıdan değil, kurumların şeffaf organizasyonu ve etkinliği açısından da önem taşıyor. Tabi bir de işin öteki tarafı var. Özel sektörün rekabet ve karlılık amacıyla performansa yönelik teşvik mekanizmaları gibi kurumsal verimliliği odağına taşıyan uygulamaları kamu kurumlarının da daha etkin çalışmasını motive ediyor. Yani kamu ile özel sektörün çıkarlarının ortaklık nedeniyle çakışması bir kazan kazan durumu yaratıyor.

Bu yapı uzun vadeli finansman sıkıntısı çeken yatırımcının da yüzünü güldürüyor. Zira kredi kuruluşları karşılarında muhatap olarak devleti de gördükleri için daha rahat hareket ediyor. YK gibi modeller Türkiye gibi gelişen ülkeler özelinde değerlendirildiğinde özellikle yabancı finansman kuruluşlarının ilgisini çekiyor. Türk bankacılık sisteminin mevduat yetersizliği nedeniyle uzun vadeli finansmana çılgın bir ilgi göstermediği ortada. 500 milyon dolar üzerindeki yatırımlarda yedi seneden fazla kredi bulmak deveyi hendeğin yanına dahi getirtmekten zor. Uzun vadeli finansman arayan yatırımcı da doğal olarak yurtdışına yöneliyor. Yabancı finansörler de KÖO'ye sıcak bakıyor. Riskin yatırımcıyla birlikte devlet tarafından da paylaşıyor olması içlerini rahatlatıyor. Parasını ülkenin somut varlığına dayandırdığı için de daha esnek davranabiliyor.

İşin finansman ayağında öne çıkan en önemli riskse kur. KÖO ile ilgili çevrelerde kur riskine ilişkin iki yaklaşım öne çıkıyor. İlki, uzun vadeli finansmanda artık klasikleşen vurun kahpeye sendromu. Yani 'lira ile bu iş olmaz, aman biz kendimizi dövize endeksleyip garantiye alalım' alışkanlığı. İkinci kanatta ise yerli malı yurdun malı mantalitesi hakim ki işin enteresan yanı bu işin en ateşli savunucuları arasında yabancı uzmanlar da var. İtalyan Cattolica Üniversitesi kurumsal finansman profesörü Roberto Moro Visconti lira taraftarı. Visconti'ye göre li-ra'nın olumlu bir uluslararası itibarı var: "Güçlü ve büyüyen bir ekonomiye sahipsiniz. Bugünlerde liranın yerel ekonomiyi daha rekabetçi kılmak adına değer kaybetmesi bekleniyor. Ben uzun vadede Türkiye'deki enflasyon oranları, Batı standartlarıyla buluşacağına inanıyorum. Yabancı yatırımcıların da lira odaklı bir yapıda rahatsız olmasını gerektirecek bir durum öngörmüyorum. Her koşulda kendilerini kurtaracak güce sahip olmamalılar eğer değillerse zaten böylesi büyük ihalelerle de girmemeliler."

Sağlık Bakanlığı Kamu-Özel Ortaklığı Programı Danışmanı Dr. Erkan Topal da Kayseri Entegre Sağlık Kampusu projesine yabancı yatırımcılardan yoğun ilgi gördüklerini anlatıyor: "Hazinemiz artık 20 yıllık eurobond'lar ihraç ediyor. Konjonktür liradan yana. Körfez fonlarından yoğun ilgi var ve onların da liradan yana sıkıntısı yok. Avrupa fonları biraz daha temkinli. Bizim ihaleler lira'dan açıldı. Ancak onlar da ısınacak fikre. Veri odası henüz açılmadığı için ödeme mekanizmalarımızın detaylarını henüz görmediler. Görünce çok rahat ikna olacaklar. Bu sadece alternatif bir finansman modeli değil, yatırım kapasitesini güçlendirecek bir hizmet sunum modeli."

Peki yabancı yatırımcının gönlü nasıl ferahlatılır? Enflasyona endeksli esnek ödemeler söz konusu olabilir örneğin. Böylece kur dalgalanmalarına karşı finansörler korunmuş olur. Öte yandan risk paylaşımı da bir diğer önemli ayrıntı. Tarafların, yani kamunun ve özelin göreceli yetkinliklerine göre riskin paylaşması gerekiyor. Risk kalemleri ve riskin ağırlıklı olarak hangi tarafın üstünde olduğu kullanılan KÖO modeli ve projenin özelliklerine göre değişiyor (Bkz. Risk Paylaşımı Kutusu). Sağlık Bakanlığı KÖO modelini çalışırken İngiliz sağlık sistemi NHS'den önemli oranda faydalanıyor. Burada benimsenen uygulamada risk paylaşımı hem yatırımcıyı hem de fonları gözetir nitelikte... Diyelim ki hastaneniz faaliyete geçti. Ancak hasta hacmi öngörülemeyen nedenlerle önemli oranda azaldı. Halbuki fizibilite ve sözleşme belli bir hacim öngörülerek hazırlanmış. 100 ameliyatta yapılacak strelizasyon hizmeti farklı 10 ameliyatta farklı. Radikal sapmalarda devlet özel sektörün sorumlu olduğu alanlarda riski paylaşabiliyor.

Kayseri için yapılan çalışmalar diğer kampus projeleri için bir model oluşturacak. Örneğin Ankara Etlik projesi de aynı yapıyla devam ediyor. Diğer bakanlıklar için de durum farklı değil. Başı altyapı projeleriyle sıkışık bakanlıklar da Sağlık Bakanlığı'nın izinden gidiyor. Çünkü sistem, kamu hizmetinin verilmesi için yüklü altyapı ve maddi varlığın oluşturulduğu tüm durumlarda (enerji santrali, otoyol, hastane, hapishane vb.) etkin bir finansman ve kurumsal verimlilik kaynağı. Yalnızca Ulaştırma Bakanlığı'nın 2023'e kadar 450 milyar dolarlık toplam 100 altyapı proje hedefi var. Enerji Bakanlığı'nın da iştahı kabarmış durumda. Türkiye'nin ilk nükleer santrali için Türkiye Elektrik Ticaret A.Ş.'nin (TETAŞ) açtığı ihale Kasım 2009'da iptal edildi. Özelleştirme Da-iresi'nin eski başkanı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın yeni müsteşarı Metin Kiki iptali, "klasik kamu ihalesi yöntemi nükleer için yetersizdi" diyerek değerlendirdi. Kiki nükleer santral gibi yatırımlarda devletin bazı riskleri özel sektörle paylaşması gerektiğini düşünüyor: "Ekonomik fizibilitesi ne olursa olsun, 10 ila 15 milyar dolarlık bir yatırımın özel sektör tarafından tek başına gerçekleştirilmesini düşünmek çok kolay değil. Kaldı ki sadece finansman boyutuyla değil, birçok hukuki, düzenleyici ve çevre boyutuyla da kamunun bu işte elini taşın altına koyması lazım. Bu nedenle kamu özel ortaklığı modelini çok önemsiyoruz."

Pasta büyük ve kamunun genelini ilgilendiriyor. Ama KÖO denince akla ilk olarak Sağlık Bakanlığı geliyor. Zira Sağlık Bakanlığı KÖO modelini hem finansman hem de iş yapma modeli olarak bünyesine dahil etmek adına kurumsal ve operasyo-nel çaba sarf eden ilk bakanlık. 2005'te Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'na getirilen ek 7'inci maddeyle başlamış her şey. Kanunun uygulanmasına ilişkin ayrıntılı hükümler de 2006'da ki yönetmelikle belirlenmiş. 2007'de de ek bir düzenlemeyle Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı kurulmuş. Daire Başkanlığı'nm görevi de Ek Madde 7'nin uygulanması. Bakanlık KÖ-O modellerine ilişkin ulsulararası know-how aktarımı gözeterek danışmanlık almaya karar vermiş. Örneğin Kayseri Entegre Sağlık Kampusu projesinin ihalesi için hukuk - finans ve stratejik planlamada profesyonel danışmanlık alınmış ki bu uygulama yoğun ve kapalı sistem çalışmaya alışmış bir yapıda önemli bir yaklaşım değişikliğine işaret ediyor.

Projenin danışmanlık ihalesini Mart 2009'da SLF İş Ortaklığı kazandı. İhalede yedi şartname alındı. Deloitte ve Esin İsmen Hukuk Bürosu ortaklığı ile DLA Pi-per-ACTECON-Koyuncuoğlu Hukuk Bürosu ortaklığı  (SLF) teklif verdi. İhale yaklaşık iki milyon lira ile SLF'de kaldı.

Actecon özellikle regülasyon ve rekabet alanlarına ağırlık veren bir danışmanlık şirketi. Actecon ve SLF ortağı Bülent Çamlıca, "İhaleye çıkıldığı dönemde kamu özel ortaklığı projeleri üzerine çalışıyorduk, geleceğin burada olduğunun bilimciyle ilerledik" diyor. SLF ortaklığının bir diğer ismi de dünyanın en büyük hukuk şirketi DLA Piper. Şirketinin Milano merkezinin kendileriyle temasa geçtiğini belirtiyor Çamlıca. DLA Piper İtalya'nın yönetici ortağı Federico Sutti, Kayseri Projesi'nin kendileri için bir vaka çalışması niteliğinde olduğunu belirtiyor. Bugüne kadar İtalya'da 18 hastanenin KÖO uygulamalarım yürüttüklerini söyleyen Sutti, Türkiye pazarına olan ilgilerinin Türk hükümetinden gelen taleple şekillendiğini ifade ediyor. Kayseri projesinde uygulanan yap-kirala modeli, KÖO yaklaşımına şablon standart oluşturacağını  vurguluyor. Yine de Ankara Etlik projesine dahil olmak gibi bir planı yok. "Ters giden bir şeyler mi oldu, potansiyelden mi etkilenmediniz" sorularına ise kontrpiye bir cevap veriyor Sutti. Zira DLA Piper 2010 yazında YükselKar-kmKüçük (YKK) Hukuk Bürosu'yla Türkiye pazarına giriyor (YKK Türk Telekom'un halka arzı, Akpet'in Lukoil'e satışı gibi projelerde görev almıştı): "O kadar etkilendik ki kendi ofisimizi açmaya karar verdik. Altyapıdaki açık çok önemli. Milyarlarca dolarlık projeler var. Biz de bu alanda çok deneyimliyiz." Sutti, Türkiye dinamiklerini ve hukuk piyasasını yaklaşık altı aydır yakından takip ettiklerini söylüyor. Kendileri gibi büyük uluslararası hukuk firmaları için cazip fırsatlar sunduğunu söylüyor. Hatta en yakın rakibi olacak ve yaklaşık 20 yıldır Türkiye'de faaliyet gösteren White&Ca-se'e rağmen rahat. Önümüzdeki 20 yıllık dönemdeki fırsatları değerlendirmek için en doğru zamanlama olduğunu vurguluyor ısrarla. DLA Piper'ın bu ilgisi tez vakitte bir KÖO danışmanlığı pazarının da olgunlaşacağının habercisi aslında.

SLF ortaklığının diğer ayağında ise Koyuncuoğlu & Koksal Hukuk bürosu var. Şirketin kurucu ortağı Avukat Hikmet Koyuncuoğlu ilklerle kuşatılmış süreci temkinli bir şekilde değerlendiriyor: "İngiltere'deki sistemde sözleşmelere her şey yazılır. Bu yapının mevcut Türk mevzuatına doğru adaptasyonu önemli. Veri odasının açılmasıyla birlikte özel sektörden gelen tepkileri ben de merak ediyorum. Bin sayfalık sözleşmelerden bahsediyoruz."

Meşhur veri odasının halen açılmamış olmasının nedeni ise aslında söz konusu pastanın büyüklüğü ve bunun cazibesi. Resme bir adım geriden bakalım. Türkiye'de kamu özel ortakhğma ilişkin genel bir kanun yok. Gerçi Türk özel sektörü yap-işlet-devret'teki efsanevi deneyimi ile bu modele şerbetli. Ama Kayseri projesinde öngörülen yap kirala modeli ve muadillerine yabancı. Kanunla bir ortak dil ve yapıya kavuşulması hedefleniyor. Halihazırda pek çok farklı kanun ve uygulama var. Tüm bunların tekelde toplanması hem daha iyi bir düzenlemeye olanak sağlayacak hem de Avrupa Birliği mevzuatına uyum sürecini kolaylaştıracak. Erkan Topal, "mevcut mevzuatta yap-işlet-dev-ret var, pek çok versiyon var. Yatırımcıyı cezbetmek istiyorsak kafasını karıştırmamamız lazım" şeklinde konuşuyor.

Unicredit Menkul Değerler Genel Müdür Yardımcısı Şule Kılıç, Avrupa ve ABD'de standart KÖO kanunlarının olduğunu hatırlauyor: "Çok büyük projeler olduğunda finans kurumlarının söz konusu projeleri desteklemelerine yardım edecek kanuni bir çerçevenin olması çok önemli. Bakanlıklara rehberlik edecek yönlendirici bir kanun şart." Kılıç kanunun KÖO projelerinin akıbetinde önemli rol oynayan uygulama sözleşmeleri açısından kritik öneme sahip olduğunu söylüyor. Şu mevcut durumda devletle özel sektör arasında imzalanan bir uygulama sözleşmesi var. Diğer yanda da özel sektörle banka arasında imzalanan kredi anlaşması yer alıyor. Ancak bankayla devletin birebir "konuşmasını" sağlayan bir anlaşma yok. Yani devlet, bankayı direkt muhatap almıyor. Ancak toplam projelerin en az yüzde 6Ö'ım bankalar finanse ediyor. Kredi ödemelerinde problem olması halinde de doğal olarak devletle nasıl muhatap olacaklarını sorguluyorlar. Yurtdışı uygulamalarda KÖO kanunu "direct agreement" adı verilen ve devlet-özel sektör- banka arasında imzalanan üçlü anlaşmanın yapılmasına müsaade eden bir sistem. Kılıç düzgün çalışan bir KÖO kanunun olması halinde yabancı bankaların Türkiye'ye girmekte daha atak davranacağını savunuyor. Unicredit olarak KÖO kanunu çıkarsa en aktif bankalardan olacaklarını belirtiyor.

Kanun taslağını DPT, Sağlık Bakanlığı'nın danışmanlığında hazırlıyor. Tasarı taslağının tam adı: "Bazı yatırım ve hiz-meüerin kamu kesimi ile özel sektör işbirliği modelleri çerçevesinde gerçekleştirilmesine ilişkin kanun tasarısı taslağı..." Bu uzun belirtili isim tamlamasına ilişkin çalışmalar yoğun olarak son üç yıldır devam ediyor. İlk iki sene tek başına çalışan DPT'ye şimdi Sağlık Bakanlığı danışmanı Erkan Topal da destek veriyor.

Dev projeler mevzu bahis olduğu
için de kanunun kapsamı, uygulayıcısı gibi konular Ankara'nın en ateşli tartışmalarına sahne oluyor. Veri odası şimdilik açılmıyor çünkü Kayseri Entegre Sağlık Kampusu ihalesi ve kanunu aleyhine açılan bir dava var. Dava, Danıştay'da görülüyor. Davanın gerekçesi ihale sürecinin ve yönetmeliğin kanuna, kanunun Anayasa'ya aykırılığı... İşin enteresan yanı kulislerde bu davanın kendini Türkiye'deki KÖO çalışmalarının adeta bayraktarı ilan etmiş Uluslararası PPP Platformu kurucusu Avukat Ahmet Keş-li'ye ait olduğu söyleniyor. Keşli iddiaları kesin bir dille reddediyor: "KÖO'nun gelişmesi için çalışan bir sivil toplum kuruluşuyuz, köstek olmak aklımızdan geçmez" diyor. Ancak dava dilekçesinin daha önce SLF iş ortaklığının kazandığı danışmanlık ihalesi aleyhine açılan davadaki dilekçeye benzemesi kafaları karıştırıyor. Zira bu davayı açan Avukat Hay-rullah Karadeniz Karakılıç Hukuk Bürosu'nda Ahmet Keşli ile birlikte çalışıyor. Yine de son toplamda pek çok paydaş, dava sürecini dahi KÖO'nun iyiliğine olacaksa ve belli birtakım hatalardan dönülmesine olanak sağlayacaksa "sohbetle" karşılıyor.

Çamlıca "tüm süreçler tartışmaya açılmalı" diyor. KÖO'nuıi sadece alternatif finansman modeli olarak algılanmak için fazla önemli olduğunu düşünüyor: "Bu topyekun bir mantalite değişimini gerektiriyor. Özel sektör de, kamu da, finans dünyası da iş yapış şekillerini yenilemek zorunda." Özel sektörün "hak edişimi alırım keyfime bakarım" refleksinden sıkılmış belli ki. Kamununsa tamamen hizmet op-timizasyonuna kanalize olması gerektiğini belirtiyor. KÖO'nun kurumların kendi devamlılıklarını garanti altına almak için kullanacakları yeni bir medya olarak kullanılması ihtimalinden endişeli. Türkiye'deki yatırım bankacılarına da önemli iş düştüğünü düşünüyor: "Yurtdışındaki birimlerinden bu modelin doğrusuna ilişkin kıyaslama yapmalı. Herkes hep birlikte kamusal alanda nasıl fayda sağlanır sorusunun cevabını aramalı."

Çamlıca nitelikli çalışma ortamının hayati değerini vurguluyor sık sık. Kayseri projesinde "eşeği mayınlı araziye gönderdiklerini" ama ancak bu yolla öğreneceklerini vurguluyor. Bazı paydaşların hiç tartışmaya açılmasın diye kolektif olarak çalıştıklarını anlatıyor isim vermeden ve hemen peşi sıra ekliyor:" Mesele ihale değil ki eğer herkesin hayrına olacaksa ihale de iptal edilir, kanun da, yönetmelik de... Süreç elbette yargıya taşınabilir ama sözleşmelerin bir an önce tüm çıkar taraflarınca incelenebilir olması lazım. Mühim olan KÖO modeline geçmek. Mayınlı arazideki eşeğin kutsal değeri var. Nerede doğru, nerede hata yaptığınızı uygulamada görebilirsiniz ancak. Henüz iş ihale edilmedi ki. Tartılsın ki paylaşılsın, gelişsin."

Eşek mayınlı arazide gezinedururken bir diğer ateşli tartışma da kanunun idaresi konusunda sürüyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, DPT ve Yatırım Promosyon ajansı bu işin en baskın taliplileri gibi görünüyor. KÖO platformu Başkanı Av. Ahmet Keşli hangi sektöre ve bakanlığa ait olursa olsun tüm ihalelerin tek bir kurum üzerinden yapılması taraftarı. Her bakanlığın "kafasına göre" ihale yapmasının karmaşadan başka bir şey yaratmayacağı görüşünde. Bu konuda Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'mn yıllara dayanan deneyiminin faydasına inanıyor. Öte yandan ihalelere süpervizörlük edecek, denetleyecek, farklı bakanlıklar arasında ilişkilerin kurulmasını sağlayacak bir otorite idarenin kurulmasından yana olanların sayısı az değil. KÖO projelerin doğaları gereği her sektör ve vakada farklı gereksinimlere sahip olacağı bu nedenle de uzmanlığın çok önemli olduğu düşünülüyor. Bir diğer etken de KÖO projelerinin mevcut Kamu İhale Kanunu (KİK) anlayışı ile yürütülememesi. Erkan Topal, "KİK'nin mantığı bir kerelik hizmetlere yöneliktir. Halbuki KÖO'de örneğin 25 senelik zaman diliminde sürekli yatırım var. Yeri geldiğinde yatırımcı değişikliği var." Aslında Sağlık Bakanlığı'nca gerçekleştirilen projeler, uygulamacı bir bakanlığın gerekli süpervizörlük ve danışmanlıklarla bu işleri kotarabileceğine örnek olabilir. Zaten Türkiye'de tüm büyük yatırımlar Yüksek Planlama Kurulu'nun (YPK) onayına tabi. DPT, YPK'nın sekre-taryası konumunda. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı projeleri hem siyasi otoritenin hem de ekonomi bürokrasisinin onay ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor. SLF Genel Koordinatörü ve Actecon Danışmanı Evren Güldoğan, Sağlık Bakanlığı'nın yürüttüğü projelerin fizibilitelerinin DPT tarafından denetlendiğini belirtiyor: "Sağlık Bakanlığı anlayış olarak önemli ilkkre imza atıyor. Örneğin genelde kamuya verilen danışmanlıklarda danışman kuruluş raporunu yazar teslim eder ve çekilir. Biz Kayseri Projesi'nde Sağlık Bakanlığı personeli ile birebir birlikte çalıştık."

Genel KÖO Kanunu fikri her ne kadar şimdi ve Sağlık Bakanlığı üzerinde gündeme taşmsa da Erkan Topal genel bir KÖO kanunu için yaklaşık altı yıl önce (Sağlıkta Dönüşüm Programı'mn başlangıcı) yoğun lobi yaptıklarını anlatıyor. Bakanlığın yatırımlarına alternatif finansman modelleri ararken kamu özel ortaklığı modellerinin özellikle de yap kirala modelinin faydasını görünce diğer bakanlıkların da kapısını çalmış: "Model oluşturacak 'bir kanun yapalım' dedik. Yatırımcı açısından da avantajlı olur. Ancak ikna edemedik. Biz de 'kendi işimizi kendimiz yapalım' dedik. 2006'da kanun çıktı." Peki KÖO'nun riskleri yok mu? Bülent Çamlıca, KÖ-O'yu sihirli bir değnek olarak algılamanın hata olacağını vurguluyor. Kurum ve paydaşlar arası güven ortamının oluşması gerektiğini savunuyor. KÖO'nun temel riskleri şöyle sıralanabilir: 25 ila 30 yıllık sözleşmeler mevzubahis olduğu için koşullarda beklenmedik değişiklikler olabilir. Riskin bir kısmı, risk paylaşımı mantığı nedeniyle kamuda kalıyor ki bu da risk yönetiminde optimizasyon gerektiriyor. Hazine garantileri aracılığıyla kamu maliyesi üzerinde istenmedik yükümlülüklerin oluşması da mümkün.

Tartışmalar, arayışlar bir süre daha sürecek gibi görünüyor. Genel kanunun 2010 içinde yasalaşması hedefleniyor.  Başbakanlık da sürecin hızlı işlemesinden  yana görünüyor. Sağlık Bakanlığı yetkili  leri Kayseri ihalesi için veri odasının  mart ayı içinde açılmasını bekliyor. Gö  rünen o ki dananın kuyruğu esas o za  man kopacak ve mayınlı arazideki eşeğin  akıbeti belli olacak. Gerçi durum hiç de  fena değil gibi zira tüm bu karmaşaya  karşın Kayseri'de olmayan pek çok bü  yük grubun Etlik ihalesiyle yakından ilgilendiği konuşuluyor.

ÖZEL HASTANECİLİK TEHLİKEDE Mİ?
Sağlık Bakanlığı'nın KÖO ile desteklediği sağlık kampüs-leri projeleri, özel hastanecilerin keyfini kaçırmış durumda. OHSAD Genel Sekreteri Dr. Cevat Şengül endişeli. 15 Şubat 2008'den beri Özel Hastaneler Yönetmeliği'nin yürürlükte olduğuna değiniyor Şengül: "Bu yönetmeliğe göre özel hastaneler şu an yeni hekim dahi alamıyor. SGK ve sağlık uygulama tebliği düzenlemeleri ağır. Biz hareket edemezken kamu sağlık yatırımlarının Kamu özel Ortaklığı desteği ile de son hızla devam etmesinin özel hastaneciliği olumlu etkileyeceğini söylemek saflık olur." Türkiye'de 450 ruhsatlı özel hastane bulunuyor ve bunların 420'si SGK ile sözleşmeli. Şengül simlerinin tabelada özel olduğunu ama devlete birebir bağlı olduklarını anlatıyor. "Bakanlık özel hastaneleri üvey evlat gibi görmemeli" diyor. KÖO modelini aleni tehdit olarak algılamalarına rağmen bugüne kadar bakanlıkla bu konu özelinde konuşmamışlar. "Görev yaptığım özel hastanenin terasına her çıktığımda Anadolu yakasının en büyük devlet hastanesinin sırtımda yükseldiğini görüyorum (yaklaşık 500 yataklı Pendik Eğitim Hastanesi'nden bahsediyor). Bu şartlarda 2010-2011 yıllarında yeni yatırımların duracağını özellikle küçük ve orta ölçekli hastanelerin kapanmaya başlayacağını vurguluyor. Özel Nene Hatun Hastanesi'nin kurucusu olan ve hastanesine bugüne kadar yaklaşık 20 milyon dolarlık yatırım yapan Şengül'den serzenişler silsilesi geliyor: "Bizim rahat branş idaresi yapmamız, elimizin kolumuzun çözülmesi gerekiyor. Vatandaş sanıyor ki teşvik alıyoruz ancak özel hastane için hiçbir teşvik yoktur, maaştan elektrik su harcamalarına kadar her şeyi siz ödersiniz, devlet hastanesi bunları merkez bütçeden alır. Sizle de yaptığı işlem için SGK'dan aynı fiyatları alır. Muayeneye gelen hasta da oraya beş lira öderse bize 12 lira öder. Özel Hastaneler yönetmeliği değiştirilmeli. Yoksa büyük tehditle karşı karşıyayız."

Sağlık Bakanlığı Kamu-Özel Ortaklığı Programı Danışmanı Dr. Erkan Topal ise KÖO uygulamalarının atıl kapasitenin değerlendirilmesine yardımcı olacağı inancında: "Biz bu projelerle atıl yatırımlardan hizmet alımıyla yararlanabiliriz, yarım kalan projeleri tamamlarız. Merkezi planlamayı Sağlık Bakanlığı yapıyor. Balıkesir'de örneğin özel sektöre izin vermiş ama tamamlayamamış yatırımcı. Biz KÖO aracılığı ile bunu tamamlatabiliriz. Konsorsiyumlara işletmeci olarak katılabilirler özel hastaneciler."
Mehin Öner / Forbes


Geri Dön