28 / 03 / 2024

Ben Boğaziçi’nin resmen imara açılmasını istiyorum!

 Ben Boğaziçi’nin resmen imara açılmasını istiyorum!

Hürriyet Gazete Yazarı Ege Cansen, Sevda Tepesi imara açılması ve gazeteciler ile bakanlar arasındaki imar tartışmasını ele alıyor. İşte o yazı!





Sonradan düzeltilen beyana göre Suudi Arabistan Kralı, Türkiye’ye 10 milyar dolar yardım yapmış. İma edildiğine göre de bu paranın yüzü suyu hürmetine, kralın imar izni olmayan arsasına inşaat izni verilmiş. Haberin kaynağı Akşam Gazetesi’dir. Bu haberi Güngör Uras Milliyet’te “nerede bu 10 milyar dolar” diye mizahi bir şekilde yorumlayınca kıyamet koptu. Bakan Bayraktar, Güngör Uras’ı aramış, “sözlerim yanlış anlaşıldı; ben, bu kadar “yatırım” gelebilir dedim, onlar “yardım” anlamışlar” demiş. Ağızdan kaçan her kelime, insanın kafasının gerisini anlatır. Dışarıdan gelen parayla ekonomisinin çarklarını maşallah iyi çeviren Türkiye’de tüm kararlar yabancı para akımının durmamasını sağlamaya yöneliktir. Bakan da kendi sorumluluk alanında “gel para gel” kampanyasına katkı yapmak istemiştir. Olay budur. 


Boğaziçi imara açılmalıdır


Ben Boğaziçi’nin resmen imara açılmasını istiyorum. Bu önerimde ironi-mironi yoktur. Çünkü vicdanlı bir şekilde inşa edilecek estetik binaların hiçbir doğal güzelliğe zarar vermeyeceği kanaatindeyim. Üstelik buralar zaten imara açıktır. Boğaziçi seferi yapan bir tekneye binin, Kavaklara kadar gidip gelin. Bakın bakalım, iki yaka da ne kadar çok çirkin binayla doludur. Çirkin yapılaşmanın kök sebebi “yüksek yoğunluk” dur. Eğer Büyükşehir Belediyesi’nin bu olayla ilgili yazılı açıklamasında yer aldığı üzere, toplam 57 bin 470 metrekare olan bu “Sevda Tepesi”ne toplamda 1724 metrekare tabana basan, 3448 metrekare “satılabilir” kapalı alanlı inşaat yapılacaksa ve üstelik irtifa, çatı dâhil 7,5 metreyi geçmeyecekse, bu şarta uyan her arsaya imar izni verilmelidir. Ama herkes biliyor ki yapılacak binalar bu kadar küçük olmayacaktır. Rantın başladığı nokta bizatihi imar izni değil, yoğunluk artışıdır. 


Yönetim tarzları


Çeşitli yönetim tarzları vardır. Mesela “istisna yoluyla yönetim” ilkesi uygulanıyorsa üst yöneticinin, sadece aksayan veya anormallik gösteren durumlara müdahale etmesi yeterlidir. Yolunda giden işlere karışmamalıdır. Bir diğer tarz “amaçlarla yönetim”dir. Bu tarz yönetimde şirketteki her bölüme, her birime ve hatta her kişiye ulaşması gereken ölçülebilir amaçlar verilir ve başarı izlenir. Bir diğer tarz “Güdeleyerek (motive ederek) Yönetme” dir. Değişim gerektiren zor dönemlerinde kullanılan bu tarz, teşkilattaki insanları “dayanışma temasıyla” havaya sokarak çok çalıştırmayı ve fedakârlığa razı etmeyi kapsar. 


Suçlu duruma düşürerek yönetmek


Rantlar meselesinin diğer yönü yönetim tarzıyla ilgilidir. Özellikle halk idaresinde sıkça kullanılan bu tekniğe İngilizcede “Management By Guilt” denir. Bu tarzın temeli, iş yapmak isteyen kişileri bir veya birkaç kuralı ihlal etmeden hiçbir iş yapamaz hale getirecek şekilde yasa ve yönetmelikler kaleme almaktır. Hukuki şartlar böyle olunca, iş yapan herkes, ister istemez kabahatli ve hatta suçlu duruma düşecektir. Bu biçimde hazırlanan yasa ve yönetmelikler yöneticilerin elini kuvvetlendirir. Onlar da “ihlâli görmezden gelip” ama asla yazılı onay vermeden kişinin işini yapmasına izin verirler. Böylece toplum, yöneticiler isterse her an cezalandırılabilecek “suçlu” bireylerden teşekkül etmiş olur. Suçluluk hissi insanları haksızlıklara ve rant dağıtıma ses çıkaramayacak hale düşürür. Yönetimi keyfileştirir. 

Son Söz: Yasağı çok ülkede, rant bol olur.



Ege Cansen/Hürriyet


Geri Dön