16 / 04 / 2024

Osmanlı şehirleri kendi medeniyet anlayışını geliştirmiştir!

Osmanlı şehirleri kendi medeniyet anlayışını geliştirmiştir!

Prof. Dr. Celaleddin Çelik, bu anlamda vakıf-imaret sisteminin İslam şehirlerinin fiziki yapılanmasında belirleyici olduğunu, mimaride temelin tevhit ilkesine dayanan “estetik, ve güzelleştirme” boyutundan geldiğini söylüyor.



İslam şehrinin tabii çevreyle uyumu yanında tarihsel bir yapısının da olduğunu belirten Prof. Dr. Celaleddin Çelik, bu anlamda vakıf-imaret sisteminin İslam şehirlerinin fiziki yapılanmasında belirleyici olduğunu, mimaride temelin tevhit ilkesine dayanan “estetik, ve güzelleştirme” boyutundan geldiğini söylüyor.

Prof. Dr. Celaleddin Çelik,  TOKİ  Haber Dergi’de islam şehrinin tabii çevreyle uyumu yanında tarihsel bir yapısının da olduğunu belirtti…

Osmanlı şehir geleneği, Osmanlı İslam medeniyetinin dinamiklerinden, zihniyet ve dünya görüşünden bağımsız anlaşılamaz. Yine kabul etmek gerekir ki, Osmanlı, büyük bir medeniyet olarak kendinden önceki uygarlıkların ve kültürlerin birikimlerinden yararlandığı gibi onu aynen devam ettirmiş de değildir. Bir başka deyişle, kültürün hemen bütün katmanlarında görülen bu durum, şehir yapıları ve şehir kültürü bakımından da aynı karakterini muhafaza etmiştir. Ancak Osmanlı şehir geleneği elbette kendinden önceki veya karşılaştığı medeniyetlerin basitçe bir sentezi ya da karışımı değildir, kendine özgü özel bir tasavvur olarak yeniden inşa edilmiş ve kendi medeniyet anlayışını yansıtmıştır.

Bir mekân pratiği olarak Osmanlı İslam şehrinin, dönemin diğer mekân anlayışlarından farklılaştığı görülür. Örneğin, Batı şehirlerinin sosyal tabakalaşmayı öngören yapısal farklılaşması Osmanlı’da belirgin değildir. Aristokrasinin şehir yönetiminde egemen olduğu kentlerde şehir sosyal hayatı da ister istemez bu asalet ayrışmasını temsil edecek şekilde yapılanıyordu. Bununla birlikte Hıristiyan Batı orta çağında kiliseler, dinî ayinlerin ötesinde mahallelerde gündelik sosyal hayatın yoğunlaştığı merkezler konumundaydı. Avrupa’nın orta çağında şehir, âdeta Hıristiyan bir hayatı yaşamak üzere düzenlenen kolektif bir yapı gibidir. Ancak modern dönemle birlikte Batı şehri, tarihi ve kültürel iç şehrin dışında metropollere özgü banliyöleşme, standartlaşma ile çalışma ve yaşama mekânları temelinde ayrımlaşma sürecine uğradı. Kilisenin toplumsal hayatın merkezinden uzaklaşmasıyla bireyselleşen ve özerkleşen dindarlığa uygun bir mekânsal dönüşüm yaşadı.

"Modernliğin mekânsal tezahürü olarak şehir de değişiyor"

Osmanlı Türk şehri ise, sokaklar, evler ve binaların inşasında İslam hukukunun cemaatler ve cinsler arası farklılıklarını önemseyen kurallara uygun bir biçimde yapılandı. Medeniyet olarak İslam şehrinin bu özgül yapısı, temel motifini ‘din olarak İslam’dan almaktadır.

İslam şehrinin tabii çevreyle uyumu yanında, ibadi bir anlayışla temizliği ve kolaylaştırmayı ön plana çıkaran tarihsel bir yapısı da vardır. Hanlar, hamamlar, medreseler, konaklar, dergâhlar bu inanç ve anlayışı yansıtan sosyal düzenin mimari parçalarını oluştururlar. Bu anlamda vakıf-imaret sistemi, İslam şehirlerinin fiziki yapılanmasında belirleyici olmuştur. Bu mimari düzenin estetik bir boyutu vardır. Hayatı kolaylaştırma, nezafet ve nefasetin yanında estetik yani güzelleştirme de ön plandadır. Bu güzelleştirmenin temeli tevhit ilkesine dayanır. Modernliğin mekânsal tezahürü olarak şehir de değişmekte modern dinamiklere göre yapılanmaktadır. Modern kentin mimari yapılanması gerek devlet müdahalesinin daha planlamacı ve merkeziyetçi yapısıyla, gerekse modern toplum yaşamının bürokratik, kurumsal ve bireyci özellikleriyle ilişkili olarak değişmektedir. Bir medeniyet olarak Osmanlı İslam şehrinin yayılmış olduğu geniş coğrafyadaki en önemli mekânsal simgeleri, şehirlerin müşterek yapısal özelliklerinde gizlidir. İnsan ilişkileri ve medeniyet dinamiklerini bu şehir organizasyonu üzerinden temsil eden bu anlayışın, yerel özelliklerin de kendini ifade eden üsluplarına açık kapı bıraktığı anlaşılmaktadır.

Ancak modernlikle birlikte medeniyet temelindeki şehir farklarının da giderek bir standardizasyona dönüştüğünü, dünyanın gelişen bütün şehirlerinin artık giderek birbirine benzemeye başladığını görüyoruz. Bu durum biraz da modern tüketim ve eğlence kültürü ile şehirleşme süreçlerinde hızlı artan nüfusun iskânı konusunda kültürel farkları ortadan kaldıran bir zorlamadan kaynaklanmaktadır.

Şehirler modern sürece ayak uydurmak zorunda kaldıkça tarihsel özgüllüklerini kaybetmekte ve küresel dünya kentinin tüketim özelliklerini kazanmaktadır. Bu konuda, tarihsel dokuyu koruyarak dönüştürecek projeleri ayağa kaldırmak zorundayız. Bu konuda özellikle Avrupa kentlerinin eski şehir bölgelerini koruma konusundaki tecrübelerinin de dikkate alınması gerekecektir.


Geri Dön