20 / 04 / 2024

Erol Evgin : Mimarlık susmuş bir musikidir!

Erol Evgin : Mimarlık susmuş bir musikidir!

Aldığı mimarlık eğitimini müziğiyle birleştiren ve yıllardır Türkiye'nin sevdiği, güvendiği sanatçıların başında gelen Erol Evgin, tecrübelerini ve gelecek planlarını Feel Good - Sinpaş GYO dergisi ile paylaştı...



Mimarlık eğitimi aldığınızı biliyoruz. Neden bu alanı seçtiniz?

Ben çok küçük yaşlardan beri hep şarkı söylemeyi amaçlardım. “Ben şarkı söyleyeceğim” derdim, çok severdim. İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken grubumla okul çaylarında özel konserler yapardık. Lisenin bitmesine yakın beni kara kara bir düşünce aldı çünkü babam bir yüksek eğitim almamı şart koşmuştu. “Diplomanı al; sonra ne istersen yap hayatta” diyordu. Ben de müziğe en yakın mimarlığı buldum; o yüzden mimarlığı seçtim. “Mimarlık susmuş bir musikidir” derler. Hakikaten mimarlık eğitimim sırasında estetiğin kurallarını ve sorgulamayı öğrendim. Mimarlar sürekli sorgular; sebep — sonuç ilişkilerini hem sübjektif bazda hem de objektif bazda diri tutan bir eğitimdir mimarlık. Bunun benim müziğime de çok yararı oldu. Çünkü bizim müziğimiz Türkiye’de yeni bir müzikti. Okulu, ekolu yoktu; önderlerimiz, öncülerimiz yoktu. El yordamıyla karanlıkta ilerlerken mimarlıkta edindiğim estetiğin kuralları ve sorgulamacı yöntemi beni pop müzikte neler yapmam gerektiğine getirdi. Dünyanın öbür ucuna bakarak müzik yapamazsınız. Bu ülkenin müziği için bu ülkenin değerlerinden, kültüründen yola çıkmalısınız. Bütün bu algıyı da bana mimarlık eğitimi verdi. Yani mimarlığı daha keyifli müzik yapabilmek için seçtim.



Mimarlık ve müzik yıllarca bir arada devam etti değil mi?

Ben mimarlığı da çok sevdim. Çünkü mimarlık, dünyayı organize eden bir meslek. İnsanların yaşadıkları en küçük mekân biriminden başlayarak evler, mahalleler, kentler kuran bir meslek. Mimar bir orkestra şefi gibi birçok şeyi yönetiyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yüksek Mimarlık Bölümü mezunuyum. Mezun olduktan sonra akademik kariyer için bir yıl üniversitede kaldım. Orada; Sedat Hakkı Eldem, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy gibi Türk Mimarisi’nin önemli isimleri, efsane hocalarıyla çalıştım. Onlardan çok şey öğrendim. Mimarlığı çok sevmeme rağmen, şarkılar ısrarla çağırınca şarkıların sesine kulak verdim ve on yıl yalnızca şarkı söyledim. Daha sonra eşim ile birlikte bir ofis açtık. O da mimar. Sınıf arkadaşım. Yirmi yıl kadar eşimle mimarlık yaptık. Hem proje çizimleri, hem uygulamalar yaptık. Melih Kibar, 2005 yılında aramızdan ayrılınca Erol Evgin’e hak ettiği olgunluk dönemini yaşatmak için, yeniden şarkıların sesine kulak verdim. Eşim de, artık torunlarla zaman geçirmek isteyince ofisimizi bir prodüksiyon şirketine çevirdik.



Bunca yıldır başarılı bir kariyeriniz var. Bunda ev hayatının da önemli olduğunu düşünüyoruz. Bize ev ortamında neler aradığınızı anlatabilir misiniz?

Evin insan hayatındaki önemi çok büyük. Çünkü ömrünüzün yarısı evde geçiyor. İyi bir evde oturduğunuz zaman ömrünüzün yarısına güzel bir yatırım yapmış oluyorsunuz. Kaldı ki evi insanın huzur kalesidir. Huzur içinde yaşadığı, bütün streslerinden kurtulduğu, arındığı, aklandığı yerdir evi. Üstelik de sevgi dolu bir aileyi de paylaşıyorsanız o zaman birkaç ömrü evinizde geçiriyorsunuz demektir ve birkaç ömür için iyi bir ev sahibi olmaya değer.



Mimar Erol Evgin gözüyle bir evin olmazsa olmazları nelerdir?

Genelden özele doğru gidersek bir kere uyumlu bir semt arar insan. Kendiliğinden oluşmuş bir semt de olabilir veya mimarinin oluşturduğu, şimdinin siteleri gibi bir ortam da olabilir. Uyumlu bir semt, güzel komşular, düzgün kaldırımlar, yollar ve kent mobilyaları arıyorum önce. Kapıdan içeri girdiğim zamansa geniş bir hol severim. Geniş bir hole girdiğim zaman bütün ev sanki öyle büyükmüş duygusu verir bana. Daha sonra odalar küçük de olabilir kendine göre. Yaşam alanının ferah olması, yeşilliğe bakması, mutfağın geniş ve güzel olması hanımları mutlu eder. Hanımlar mutlu olursa biz de mutlu oluruz.



Mimari ve şehir planlaması açısından en beğendiğiniz yer neresi?

Türkiye’de şehir planlaması açısından, dünyada da ' Habitat ödülü alan Ataşehir iyi bir çözüm. Bizim öğrenciliğimizde Ataköy projesi yeni yapılmıştı. 1972’de mezun olduğumda şehircilik daha çok ye hocalarımız hep Ataköy’ü örnek gösterirlerdi.



Sizin İstanbul’da ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde gerçekleştirmek istediğiniz herhangi bir proje var mı ? Olsa, nasıl bir proje olurdu?

Yine yeşille mavinin buluştuğu bir arazide ve mü biraz engebeli bir arazide teras evleri ve çeşitli yüksekliklerde ev gruplarını bir araya yerleştirmek isterim.



Sanki sizde İstanbul aşığı gibi bir hava var. Bu doğru mu?

Tabii tabii. İstanbul sadece Türkiye’nin değil dünyanın merkezi. Napolyon da bunu söylemiştir. Istanbul Roma, Osmanlı gibi güçlü imparatorluklara başkentlik yapmış; doğasıyla, jeolojik yapısıyla ve tarihiyle çok önemli bir yerdir. Benim vazgeçilmezimdir İstanbul. Fakat son 60 yılda müthiş bir göç aldı ve bunun sonucunda ı milyondan 15 milyona çıktı. Bu göç, İstanbul’u tanınmaz hale getirdi. Şehrin çeperlerinde tutunmaya çalışan, tırnaklarını şehre geçiren, göç etmiş insanlar topluluğu İstanbul’a tam anlamıyla intibak edemezler. Demin güzel, mutlu, temiz, huzurlu bir yuvanın önemli olduğundan bahsettik; düşünün ki altyapısız, yolun, suyun, elektriğin, kanalizasyonun düzgün işlemediği, yağmurlarda su baskınlarının olduğu evlerde yaşayan insanlar işsizlik, eğitim gibi sorunlarla mücadele ediyorlar. Bu yoğun göç İstanbul’a da çok büyük zarar vermiştir,o göç eden insanlara da. Benim eğitim gördüğüm yıllarda İstanbul’da Boğaz’ın bir siluet çizgisi vardı ve o çizginin üzerinde bir şey yapılmazdı. Şimdi Maslak’ta plazalar, gökdelenler yaptılar ki artık İstanbul’un silueti değişti. Hatta son zamanlarda İstabul’un yüzlerce yıllık camilerinin arkasından gökdelenler fışkırmaya başladı. Bunların olmaması gerekiyor. Bir kentin 500 yıllık siluetiyle oynamamak gerekir. İstanbul çok geniş bir alan. O gökdeklenlere de ihtiyaç var ama bunlar çok daha başka yerlerde yapılabilir.



Peki sizce yapılan iyi uygulamalar nedir?

Biliyorsunuz dönüşüm projeleri yapılıyor. Ankara’da mesela Altıntaş Belediyesi’nin eski yapıları aslına sadık kalarak restore ettiğini gördük, çok hoşumuza gitti. Onlar da ödül almışlar bu sene. İstanbul’da da o geleneksel dokuyu bozmadan yapılacak dönüşüm projeleri kente bir nebze nefes aldırır diye düşünüyorum. Ama bunun yanında İstanbul’un imar adına çok büyük sıkıntıları var. Bir kentin imar planı yapılır ve 100 yıl değişmez. Gelişme bölgeleri konur o plana, o bölgelerde gelişme sağlanır ama plan bozulmaz. Bir Amerikalı arkadaşım bana “Siz bu kenti 500 yıl önce almadınız mı, hâlâ şehir merkezinde ne inşaatı yapıyorsunuz” dedi. Bu çok enteresan bir sözdür. Gidin Paris’e, Londra’ya, Berlin’e kentin merkezinde inşaat bitmiştir. İçinde tadilatlar olur ama bizde bitmiyor.



Son dönemde sizi tekrar jüri üyesi olarak televizyonda gördük. Hem müzik alanında hem de televizyonda yeni projeleriniz olacak mı?

O program bir yaz eğlencesiydi. Bana Avrupa’da yayınlanan versiyonunu seyrettirdiler, heyecanlandım. O yüzden buradaki projede yer aldım. Bu yazın da en çok izlenen programı oldu. Sonbaharda başka bir kanal yeniden yapmayı planlıyor. Belki yine yer alırım. Onun dışında yeni şarkılar hazırlıyoruz. 2013’te yeni bir albüm çıkarmayı düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl “Gözbebeğim Sen Çok Yaşa” diye yeni şarkılardan oluşan bir albüm yaptım. O albümde 14 kayıt vardı, bunların 11 ’i yeni şarkılardı. Keyifli, güzel bir albüm oldu, klipler çektik. Şimdi yeni bir albüm hazırlığı içindeyiz. Onun dışında Balmumcu’daki The Plaza Otel’de yedi yıldır cumartesi geceleri şarkı söylüyorum. Ayrıca ülke genelinde, bir yılda 50’ye yakın konserim oluyor. Onlar da beni diri tutuyor. Röportajın başında da söylediğim gibi Erol Evgin’e hak ettiği olgunluk dönemini yaşatmaya çalışıyorum.



Sinpaş GYO’nun yeni projesi İncek Life’ın yüzü ve sesi olmayı neden kabul ettiniz?

Reklâm konusunda çok ince eleyip sık dokuyorum. İmajıma uymayan bir şeye girmiyorum. Ama uzun yıllardır Sinpaş’ın yaptığı işleri, projeleri, uygulamaları hayranlıkla takip ediyordum. Ankara’ya girişi de enteresan bence; çünkü Ankara’nın böyle bir projeye ihtiyacı vardı. Ankara’da bu çapta bir proje yok. Projeyi gördüğümde hakikaten heyecanlandım. 150 bin metrekarelik bir arazide, 30 bin metrekare su ve arazinin meyiline göre yerleştirilmiş binalar. Yürüyüş yolları, bisiklet yolları, koşu parkurları; sportif ve kültürel faaliyetler için alanlar düşünülmüş. Yani eşine ender rastlanan büyüklükte ve güzellikte bir proje hazırlamışlar. Böyle bir projeyi sunmak benim için bir mimar olarak da keyifli oldu. Dinleyenler de inanacaklar zannediyorum. Çünkü  Ankara  için gerçekten eşsiz bir proje.



Pınar MAMAK / Feel Good - Sinpaş GYO





Geri Dön